Aşağıda önce Vakit Gazetesi "yazarı" Abdurrahim Karakoç'un akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısı ve onun altında da benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.
AZGIN KADINLAR FESTİVALİ
Abdurrahim Karakoç
Vakit Gazetesi
Bir daha hayret ettim açıkçası..
Kadınlar günü münasebetiyle bu kadar salak kadının bir araya geleceğini tahmin etmiyordum..
Kadınlar Gününde kadın haklarının yasağı devam etsin diye bağıran, höyküren kadınlar salak değilse nedir?
Başörtüsünden alıp veremediklerini de bilmemize imkan yok..
İddiaları "uygar" oldukları..Despotluklarına diyecek yoktur..
Seviyesizlikte ıcığı/cıcığı çıkmış bir televizyoncu, yasakçı salak kadınları meydanlara indirip robotlar gibi kullanıyor..
Beni en çok üzen, yasakçı kafadaki o salak kadınların Ay-Yıldız'lı nazlı bayrağımızı miting alanlarında sağa-sola sallamaları..
Dahası ise istismar ederek bayağılaştırmaları..Giden hafta değindim bu konuya..
Bayrak her yerde, gelişigüzel sallanacak bir flama değildir..
Kim ki yılın 12 ayınca balkonuna bayrak asıyorsa, mitinglerde mendil sallar gibi bayrak sallıyorsa, kesinlikle sahtekârdır..
Kesinlikle sahtekârlara alet olmaktır..Hele bir de güya "Gazi" denilen, başları kalpaklı bazı soytarılar var ki onlar beni tiksindiriyorlar..
Ne gaziliği bre zavallılar?.
Siz olsanız olsanız; TV ekranlarında görünmek için hiçbir değeri tepelemekten çekinmeyen ahmaklarsınız..Ellerinizde taşıdığınız bayrağıma yazık ediyorsunuz..
"Başörtüsü yasaklansın" mitinglerinde sizin ne işiniz var?..
Maraş'ın kurtuluşunu niçin bilmiyorsunuz?..İşgalci Fransız askerleri Maraş'lı kadınların peçelerini açınca; Sütçü İmam isimli kahraman gerekli derslerini vermişti.. İşte gaziliğin en büyük timsali..Sütçü İmam imanı ve ruhu var mı sizde?
Başörtüsü düşmanlarının, kaos karıştırıcılarının, İslâm muhaliflerinin düzenledikleri toplantılarda ne arıyorsunuz, söyler misiniz?
Alnında ay-yıldız bulunan kalpak giymek sizleri gerçekten gazi mi yapacak?
Geçin o hayali..
Şuna bakar mısınız?
Yasakçı gazi..Başörtüsüne muhalif gazi..
Ekmek arası dönere figüranlık yapan, edepsizliği, ahmaklığı şiar edinen gazi öyle mi?
Hayır, hayır, olamaz..
Bu saydığım menfi durumları gazi değil, cins tazı bile kabullenemez.
Ha, yukarda belirttiğim "yasakçı" kadınlar..
Ha sizler gibi ahmak zavallılar.
Nineniz, ananız, hanımınız, kardeşiniz yok mu sizlerin?
Olmasa bile hürriyet anlayışınız da mı yoktur..
Kendiniz için istemediğinizi niye başka kardeşleriniz için istersiniz?..
Belirli bir ücret mi ödüyorlar salaklığınıza mukabil?
Amma boşuna yoruluyorsunuz..Gün gelecek, o sallama aleti zannettiğiniz bayrağımız layık olduğu zirvelere dikilecek ve hiç inmiyecektir.
Hangi maksatla olursa olsun siyaset arenasında değeri düşürülen bayrağımız kirli ellerden mutlaka kurtulacaktır..
Söyler misiniz, "Kadınlar günü" diye bildiğiniz günün ilk kurucusu kimdir?Nerden bileceksiniz?Zıpçıktı günlerin tamamı ya bir papaz, ya bir rahibe, ya bir haham tarafından sokulmuştur düşünce defterimize..
Bu ayın 19'u çarşamba günü, Mevlid Kandili'dir..
Muhtemelen burnunuzu kıvırıyorsunuz. çünkü, İslâm'a karşı düşmanca tavır sergileyenler sizleri iğfal etmişler..
Ramazan Bayramı'na "şeker bayramı" lakabı takan güruh, cahillikten mi öyle yapıyorlar?
Hayır, hınzır gibi bilerek, Müslümanların kutsal günlerini ya zihinlerden silmek, ya da makas değişikliği ile bilinmeze doğru sürüklemek içindir..
Dokunmayın bayrağıma!.Dokunmayın hiçbir değerime..
----------
Tahsil görmüş hıyardan cacık yapar "uygar"ım
Keser yaşlı eşeği, sucuk yapar "uygar"ım
Miting miting gezmekten hiç uğramaz evine
Ve sokakta babasız çocuk yapar "uygar"ım
http://www.habervak%20tim.com/yazar.%20php?arama_
(20 Mart 2008 tarihinde bu sayfaya ulaşılabiliyordu. Ancak gördükleri tepkiden olacak yazara ait ne var ne yok, herşeyi temizlemişler. Çok mert ve doğrudurlar vesselam!!!)
Abdurrahim Karakoç'a yanıtımdır:
Abdurrahim Karakoç,
“Azgın Kadınlar Festivali” başlıklı yazınızı okuduktan sonra, size birkaç çift söz etmek ihtiyacı duydum. Genellikle bu denli seviyesiz yazılara yanıt yazarak, değerli vaktimi ve enerjimi harcamak adetim değildir ama bu yazınız her türlü bayağılık sınırını ve dolayısı ile de insanın tahammül sınırını aşıyor. Naçizane önerim, aklınızın ermediği konularda yazarken biraz daha dikkatli olunuz. Aksi takdirde insanın acınacak duruma düşmesi işten değildir.
Her şeyden önce kötü söz sahibine aittir. Karşısındakini salaklıkla suçlayan insanlar, nedense kendi salaklıklarını bir türlü göremezler.
Kadınlar gününde sizin deyiminizle “höyküren”, bizim deyimimizle ise “seslerini duyurmaya çalışan” o kadınların başörtüsü ile bir alıp veremedikleri yoktu. Onların sorunu türbanla, yani bir kesimin 25 bilemediniz 30 yıl önce zorla yarattığı ve her geçen yıl biraz daha dayattığı, o siyasal İslam üniformasıylaydı. Bir sembol olan o türbanı, masum bir başörtüsü kılığına sokma çabalarınız, gerçekten düşündürücüdür. ‘Acaba kötü niyetten mi, yoksa seslerini duyurmaya çalışan kadınlara yakıştırdığınız o çirkin sıfattan mıdır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Daha o insanların iddialarının ne olduğundan bile haberiniz yok. “Uygar” olduklarını değil, “Çağdaş” olduklarını savunmaktadırlar ve yazık ki; asıl robot olarak kullanılanlar, başlarının hava ile tüm temasını kesecek şekilde, o sentetik bone ve kumaşlara hapsedilmesine izin verenler ve böyle insan sağlığına zarar verici bir uygulamanın Allah kelamı olduğunu iddia edenlere, kayıtsız şartsız inananlardır.
Kadın haklarından ne anladığınızı da pek güzel ifade etmişsiniz doğrusu. Kadının başını böyle bir cendereye sokması mıdır kadın hakları yoksa Atamızın bize hediye ettiği haklar mıdır? Kadınımız seçme ve seçilme hakkını tüm dünya kadınlarından önce kazanmış. Erkeğin iki dudağının arasındaki kaderinden kurtulmuş; çalışıyor, para kazanıyor, kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor. Onuruyla, namusu ile erkeğin yanında yerini alıyor. Öyle erkeğin iki adım arkasından, utanacak bir şeyi varmış gibi başını önüne eğip yürümüyor. Kendine saygısı var, erkeğe saygısı var, yasalara saygısı var. Size kalsa kadına tanıyacağınız hak ortada işte: Türban!
Bu sembolle çıktığınız o uzun ince yolun sonuna varabilirseniz eğer, evde oturup yalnızca erkeğine hizmet edip, ona çocuk doğurmaktan ibaret bir yaşantıya sahip olma haklarını da elde edecek kadınlarımız. Sosyal, siyasal, iş ve benzeri yaşamlardan silinme hakkına da kavuşacaklar. Bir kadın daha ne isteyebilir ki?
Kısacası vatan ve rejim söz konusu olduğunda bayrak asmak veya sallamak değil, türbanı baş örtüsü kılığına sokup dayatmak gibi, kadını toplumdan silmeyi de kadın haklarını koruyor pozunda savunmaktır asıl sahtekarlık.
Siyasi İslam’ın sembolü türbana karşı tepkisini göstermek için Kuvva-i Milliye’nin sembolü kalpağı takıp, temsili olarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanların çabaları, size ahmakça geliyor ve tiksinmenize neden oluyorsa; sizlerin de her fırsatta Sütçü İmam’ın, o temiz yürekli vatansever insanın adını dilinize dolayıp, kendi amaçlarınız için kullanmanız da benim midemi bulandırıyor.
Kapasitenizi zorlamak ve sizi yormak istemiyorum ancak bir gerçeği ortaya koyabilmek için buna mecburum. Şimdi lütfen kendinizi zorlayın ve gözünüzün önüne işgal edilmiş bir Maraş getirin. Düşman askerleri tarafından işgal edilmiş bir Maraş. Ayrılıkçı Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılmış, Fransız ordusunda on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşmuş, bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyorlar. Hayal edebildiniz mi?
Halkın canının burnuna geldiği böyle bir ortamda en ufak bir damla, bardağı taşırmaya yeter de artar bile. Maraş’ta tesadüfen o damla, Sütçü İmam’ın dükkanının önünde Fransız askeri üniformalı Ermenilerin hamamdan dönen kadınların peçelerini açmaya çalışmaları olmuş. Aynı askerler, kadınların peçelerini açmaya çalışmak yerine, küçük bir çocuğu tartaklasalardı, halktan bir adamı haksız yere dövselerdi ya da öldürselerdi, bayrağımızı indirmeye kalksalardı, aynı tepkiyi vermez miydi Sütçü İmam?
Sadece burada mı sömürülüyor Sütçü İmam’ın adı? Gelelim 1978’e. Yer yine Maraş ama artık Kahramanmaraş… Sömürülen isim, yine Sütçü İmam.
19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir ses bombası patlar. Bu bombanın ardından seyirciler, her ne hikmetse bir anda eylemciye dönüşüp “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı ile CHP il binasına saldırırlar. Zaten bir süredir şehirde “Komünistler, Allahsız Aleviler, şehir suyuna zehir kattılar” fısıltısı dolaşmaktadır. Derken patlamanın olduğu gece ikinci bir söylenti daha ortaya çıkar. “Sinemayı komünistler bombaladı”. Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalanır. Sonraki gün TÖB-DER üyesi iki öğretmen öldürülür ve on bin kişinin katılımı ile cenazeleri 22 Aralık’ta kalkar.
Cenaze korteji Ulu Cami önüne geldiğinde, cami içinde ve çevresinde silahlı iki bin kişi, korteji beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamının Cuma vaazı şöyledir: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır”
İşte bu vaazdan sonra söz konusu kalabalık, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı ile korteje saldırır. Kortej dağılır ancak kalabalığın öfkesi dinmez. Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçerler. CHP’li ve Alevi olan vatandaşlara ait işyerlerini tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha hayatını yitirir. Bazı ev ve işyerleri daha önceden “üç hilal” ile işaretlenmiştir. Kapısında bu işaretin bulunmadığı ev ve iş yerleri yerle bir edilir. Aynı gece bir söylenti daha yayılır kente: Ertesi gün komünist Aleviler, silahlı saldırıda bulunacaklardır!
Ertesi gün, yani 23 Aralık'ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami minarelerinden yankılanır: "Alevi kafirler, Yörükselim'de bir çok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah'ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!"
İşte, o utanç verici olaylar, bu koca yalanla başlar. Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı semtlerde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler öldürülmeye başlanır. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş kalabalık, tam bir katliam yapar...
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeni ile polis görev dışı bırakılmıştır. İstediği yardım gelmeyen asker, elindeki mevcutla olayları önlemeye çalışmaktadır. Aleviler bu yasağa uyar ancak karşı taraf, sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden de aldıkları katılımla saldırılara başlar. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan kalabalık, "Müslüman Türkiye" sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır.
"Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. SÜTÇÜ İMAM AŞKINA VURUN!.." naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir, evleri ile birlikte yakılır, hastaneler kuşatılır, bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür.
Alevilerin, “dinsiz” ve “sünnetsiz” olduğuna inanmaktadırlar. Bunu kontrol için yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına bakarlar.
19 Aralık’ta başlayan olaylar ancak 25 Aralık’ın sonunda gece yarısı sona erer. “Sütçü İmam aşkına vuranlar”ın verdiği zarar çok ağırdır.
* Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre ise 500’e yakın ölü.
* Resmi rakamlara göre 2000'in üzerinde, yaşayanlara göre ise 5000’den fazla yaralı.
* Tahrip edilip, yakılan 552 ev ve 289 iş yeri.
* Katliam sonrası Alevi nüfusun %80’i hızla Maraş’tan göç etmiştir.
***
Hiç gülmeyin, ben Alevi değilim. Sağ – Sol kavramına inanmam, CHP’li de değilim. Komünist hiç değilim. Sadece insanım. Ülkeyi karıştırmak için dinin kullanıldığını, kendi halinde dindar insanların dini kışkırtmalarla nasıl bir canavara dönüştürülebileceğini gören ve bundan dehşet duyan bir insan. Sütçü İmam gibi temiz isimlerin, kirli emellere nasıl alet edildiğine şahit oldukça kahrolan bir insan. “Yeter artık! İnancımız rahat bırakılsın, kötüye kullanılmasın! Bugün ortada bir kaos varsa, onu yaratanlar türbana karşı olanlar değil, türbanı yaratıp, dayatanlardır. Çözümse türbanı dayatmakta değil, tehdidi ortadan kaldırmakta yatıyor” diyen bir insan.
Ne nükleer silahlar, ne diğerleri, cehalet, kör inanç ve kışkırtmanın bir araya gelmesiyle oluşan doğal silahın eline su dökebilirler. Sonuçta türban karşıtlığı bir damla kan dökmüyor ama dini kışkırtma yukarıda anlattığım gibi onlarca katliama sebep oluyor. Şimdi bana hepsini tek tek saydırmayın.
Şimdi gelelim “salaklığımıza”. Artık boş laf ebeliğini geçin de gerçekleri görün, oradaki kadınları da din tacirlerinizle karıştırmayın. Kimlere para ödendiğini eminim bizden daha iyi biliyorsunuzdur.
Kadınlar gününün yaratıcısına gelince, asıl siz kimin yarattığını bilmiyorsunuz. 17 Mart 2008 tarihinde Ulus Gazetesi’nde yayınlanan ve Suay Karaman tarafından yazılan “8 Mart’ın Ardından” adlı yazıya bir göz atalım:
” Daha iyi çalışma koşulları elde etmek için, 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmıştı. Polisin işçilere saldırması sonucunda çıkan kargaşa ve yangında çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetmişti.
1910 yılında
Kopenhag’da 2. Sosyalist Enternasyonale bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart tarihinin "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.
1921 yılında Moskova'da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın
"Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kabul etmiştir.”
Kadınlar Günü’nün kabul edilmesinin temel sebebiyle bugünün ne ilgisi olduğunu anlamak için Uluslararası Af Örgütü’nün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı rapora göz atmak gerekiyor. Rapora göre;
* Dünya kadınlarının % 20'si, fiziki veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.
* ABD’de her 15 saniyede bir kadın dövülüyor. Her yıl 700 bin kadın tecavüze uğruyor.
* Mısır’da kadınların % 35’i kocalarından dayak yiyor.
* Evde sürekli dayak yemenin uzun vadeli etkileri fiziksel ve psikolojik olarak yıkıcıdır. Kadınlar, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz sonucu sarsıntıya uğrarlar ve yaralanırlar. Tıbbi sonuçları psikolojik sarsıntı, yaralar, istenmeyen gebelik ve kısırlıktır.
* Sorumlular, kadını itaat için sindirmeyi veya akrabalarına itaatsizliği nedeniyle utandırdığı için cezalandırmayı amaçlayabilir.
İşte bu rapor doğrultusunda çoğu kadın 129 işçinin grev sırasında şiddete maruz kalarak öldürülmesinin ardından 120 yıl sonra Birleşmiş Milletler’in 8 Mart tarihini kadınlara hediye etmesinin nedenlerini anlamış olabiliyoruz.
Tüm dünyada kadınlar yıllarca mücadele vererek, gerektiğinde ölerek haklarını söke söke koparmışlardır. Bir tek bizim ülkemizde, hem de herkesten önce kadın hakları kadınların kucağına Mustafa Kemal Atatürk tarafından hediye olarak bırakılmıştır. Büyük ihtimal ile bunun içindir ki; bir türlü kıymeti bilinmemekte, hatta bazen istenmemekte ya da kullanılmamaktadır. Görüyorsunuz ya işte “salaklık” gerçekten de “parayla” değil.
Bayrağımız zaten zirvede ve dalgalanmakta ancak sanırım siz bunun farkında değilsiniz. Bizlerin tüm amacı da o bayrağın indirilip, yerine ABD, AB, PKK veya İslam Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalanmasına engel olmaktır. Onun için bayrağımıza uzanan elleri önce biz kırarız!
Değerlerinize gelince, Arap kültürünü dayata dayata yeterince yok ettiniz değerlerimizi. Bizim gerçek İslam’a saygımız tam. Ortada iğfal edilen birileri varsa o da Arap kültürünü kendi kültürüne tercih edenlerdir. Başörtüsünü, yazmayı bırakıp, türbana, çarşafa bürünmek de bunun örneklerinden yalnızca biridir. Ortada bir de İslam düşmanı varsa, o da dinimizi orasından burasından çekiştirip, kendi emelleri için değiştirmeye çalışanlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki; bu yazınızdan dolayı hanımlar size hakaret davası açıyorlarmış. Ben açmayacağım, tamamen zaman kaybı, çünkü sizin cezai ehliyete sahip olduğunuzu hiç sanmıyorum.
Tanrı sizleri ıslah ederken, aklı başında ve kadına hak ettiği değeri veren, saygıyı gösteren erkeklerimizi de yanımızdan eksik etmesin.
Bu dörtlük de benden:
Terbiyeden nasibini alamamıştır “yobaz”ım
Aklı ermez, yine de yazar olur “yobaz”ım
İçindeki karanlık yansır her cümlesine,
İftira en büyük günahtır, onu bile bilmez “yobaz”ım.
Değer Erbora (21 Mart 2008)
degererbora@gmail.com
20 Mart 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)