13 Haziran 2008 Cuma

MANDACI ATATÜRK'Ü NASIL SEVSİN?

MANDACI ATATÜRK’Ü NASIL SEVSİN?

Artık duymayan, bilmeyen kalmadı; geçtiğimiz akşam Fatih Altaylı’nın dört üniversiteli konuğu vardı. İkisi, yüzlerinde her zamanki öğretilmiş masum ve mağdur maske ile Kevser ve Nuray isimli türban eylemcileri; biri, “ne pahasına olursa olsun ille de özgürlük” diyen bir liberal, diğeri ise Kemalist gençliğin temsilcisiydi.

Konuşmalar gerçekten ilginç, satır araları okumasını bilenler için son derece anlamlı, söylemler yaman çelişkilerle doluydu. Amacım kafanızı türban konusu ile şişirmek değil, merak etmeyin. Zaten Nuray’ın tüm maskeleri düşüren itiraflarının artık kör olmuş gözleri, sağır olmuş kulakları, hoşgörü, dialog, özgürlük gibi süslü sözlerle etkilenmiş beyinleri kendine getirmesini, bu anlamsız tartışmaya bir son verdirmesini ve ülkemizin gerçek sorunlarına ilgi gösterilmeye başlanmasını bütün kalbimle diliyorum.

Bir yandan Fatih Altaylı’nın Kevser ve Nuray ile söyleşisini incelerken, bir yandan da bir haftalığına olsun özgürlüğü yaşamak için Antalya’ya gelen İranlı hanımlarla sohbetlerim sırasında öğrendiğim bazı gerçeklere değinmek ve biraz da bu bilgilerin ışığında ülkelerimizi karşılaştırmak istiyorum.

Böylece ne İran’ı sadece kara çarşaf, sarık, sakal ve cüppeden ibaret bir tablo ile beyinlerimize kazıyıp, yarattıkları korkuyu kendi emelleri için kullanan kesimlerin oyununa geliriz; ne her türlü özgürlüğe sahipken özgürlüğünü kaybetme özgürlüğü için mücadele veren, beyinleri yanlış bilgilerle yıkandıktan sonra türbanlanmış kızlarımızın yaktığı ateşe atılırız; ne de bu kızları kullanan şarlatanların tuzağına düşeriz.

Şimdi izninizle dönelim programa.

Fatih Altaylı, Kevser’e facebook’taki sayfasına Humeyni’nin resmini neden koyduğunu sorduğunda “Humeyni’yi severim, saygı duyarım” yanıtını aldı ve konuşma şu şekilde devam etti:
- “Ama İran’da baskı rejimi var?”

- “İran’daki rejimi ben desteklemiyorum kesinlikle…”

- “Ama kurucusu Humeyni?”

- “Humeyni’nin aynı görüşlere sahip olması anlamına gelmez bu.”


İran’daki İslami rejimi kuran kişi, Humeyni. Rejimin en sıkı, en baskıcı günlerinde devletin başındaki kişi, Humeyni. Devrimi yapmasına yardımcı olan ama kendisinden görmediği herkesi öldürten, yine Humeyni. Kevser kızımız, hem İran’daki rejimi desteklemiyor, hem bu rejimin kurucusu ve yürütücüsü Humeyni’yi destekliyor. Ben bu insanların sözlerinde ve düşüncelerinde bir mantık aramaktan çoktan vaz geçtim, bunun çok umutsuz bir çaba olduğunu bildiğim için kendimi hiç yormuyor ve gülümsemekle yetiniyorum. Sanırım bugünkü baskı rejiminin Humeyni’den kaynaklanmadığını, Humeyni’den sonra rejimin bozulduğunu söylemek istiyor. Ancak gerçekte Humeyni’den sonra rejimin baskısı artmıyor, azalıyor. Bunu ya bilmiyor ya da aslında Humeyni sonrası yumuşamaya yüz tutmuş rejimi desteklemiyor.

“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle anlatayım. Bizim sandığımızın aksine İran’da kadınlar artık burka giymek zorunda değiller. Burkalı kadınlar var yine tabii ama artık İranlı kadınların giysileri, bizim tesettürlü hanımlarınkine benziyor. Uzun etek, altına pantolon, üzerine uzun manto. Başlar örtülü, kollar bileklere kadar kapalı. Eteğin altındaki pantolonun paçaları asla bot ya da çizme içine sokulamıyor, kesinle yasak. Nedenini bilmiyorlar, sormaya da gerek duymuyorlar, sadece yasağa uyuyorlar.

Bir kadın ve bir erkek nikahsız olarak yolda yürüyemiyor, aynı arabada seyahat edemiyor. Yakalanırsa karakolu boyluyor. Genç bir İranlı kız anlattı. Yakalanmış, karakola götürülmüş, çok korkmuş. Gözlerim korkuyla büyüyor, “Ne ceza verdiler?” diyorum. Annesine, babasına haber vermişler, gelmiş kızlarını karakoldan almışlar. Akıbet, anne babanın insafına, bakış açısına, anlayışına kalmış.

Kadınlar, her sporu yapamıyorlar. Giysi sorunu olduğu için su sporlarına katılamıyorlar. Ama hükümet bu konu üzerinde çalışıyormuş. Yakında uygun bir giysi yaratacaklarmış ve kadınlar da su sporu yapabileceklermiş. Kadınlar, atış ve satranç hariç, olimpiyatlara da katılamıyorlar.

Kadınların miras payı bildiğimiz gibi erkeklerin yarısı kadar ancak hükümet bunun için de bir yasa çıkartmış. Anne ve baba, “kızımızın miras payının oğlumuzla eşit olmasını istiyoruz” diye mahkemeye başvurduğu takdirde, kadın da mirastan erkek kardeşi ile eşit pay alabiliyormuş.

Yani bugünün İran’ı, Humeyni’nin İran’ından çok daha yumuşak. Anlaşılan rejim yerleştikçe ve halkın boyun eğişi artıp, süreklilik kazandıkça, rejim de kendini güvende hissetmeye ve yavaş yavaş yumuşamaya başlamış.

Kadınların seçme ve seçilme hakları var İran’da. Sayıları az olmakla birlikte kadın milletvekilleri de var. Bir kadının devlet başkanı olabilmesini engelleyen bir yasa yok ama daha buna teşebbüs eden bir kadın çıkmamış tabii. Kadınlar çalışabiliyor. Önce bu duruma çok şaşırdım ama biraz deşeleyince İran nüfusunun %65’ini kadınların oluşturduğunu öğrendim. Nüfusun üçte ikisini ekonomik yaşamdan soyutlamayı göze alamamışlar anlaşılan.

* * *

- “Atatürk’ü seviyor musun?”
- “Atatürk’ü sevmeme hakkı var mı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının?”


Bu yanıt, Humeyni’yi sevdiğini hiç düşünmeden söyleyen Nuray’a ait ve kaçamak bir sorudan oluşan bu ilk yanıtını verebilmesi için 16 saniye düşünmesi gerekti.

- “Tabii bir sürü insan sevmediğini söylüyor sağ da solda”
- “Öyle mi? O.K. Başıma bir şey gelemeyecekse ben sevmiyorum.”


Burada bir parantez açalım. Atatürk’ü sevip, sevmemekle ilgili değil; Atatürk’ü sevmediğini söyleyebilmekle ilgili bir parantez. Çok sevdikleri Humeyni’nin ülkesinde Humeyni’yi eleştirmek, hakkında olumsuz konuşmak, Humeyni’yi sevmediğini söylemek çok ağır bir suç ve cezası ölüm. Aynı şekilde rejimi, devletin ileri gelenlerini eleştirmek ve haklarında olumsuz olarak konuşmak da ölüm cezasına kadar varan ağır cezalar verilmesine neden oluyor. İşte özgürlük, işte demokrasi!

* * *

- “Atatürk’ün yetkiyi padişahtan, saraydan alırken laik bir cumhuriyet kurmak için aldığını düşünmüyorum. Halk o zaman İslami değerler için savaştı. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın başlaması da Kahramanmaraş’ta Fransız askerlerinin Nene Hatun’un başörtüsüne uzanması ile olmuştur.”

- “Maraş’la Erzurum’u birbirine karıştırdın. Biri Erzurum, biri Maraş, farklı yerlerde…..”

- “Maraş’ta değil miydi? Her neyse Maraş’ta Fransız askerleri bir kadının örtüsüne saldırıyor. Bize öğretilen bu ve Sütçü İmam buna karşı ilk ateşi açıyor, böylelikle Kurtuluş Savaşı başlıyor…”

Karar veremiyorum bir türlü; yarım yamalak bilgilerle donatılarak militanlık yapsın diye ortalığa salınan bu kızlarımız mı yoksa bu cehalete karşı umutsuzca bir şeyler anlatmaya çalışan bizler mi daha zavallı durumdayız?

Neresinden başlamalı ki düzeltmeye? Bir kere Atatürk’ün laik bir cumhuriyet kurmak için padişahtan yetki aldığını kimse iddia etmiyor zaten. Padişah’ın Atatürk’e vermiş olduğu yetki, bunlara öğretildiği gibi gidip Samsun’da Milli Mücadeleye başlatması için değil, Samsun’daki Türklere saldırıp, canından bezdiren Rum çetelerini, yine bu halkın tepkisinden korumak içindir. Talep İngilizler’den gelmiştir, yetki padişahça verilmiştir ve içeriği ise görüldüğü gibi içler acısıdır.

Fatih Altaylı’nın da derhal düzeltme ihtiyacı duyduğu gibi; Nene Hatun neredeee, Sütçü İmam nerededir. Nene Hatun, 1877’deki “93 Harbi”nde, Erzurum’da; Sütçü İmam ise, 1919’da Maraş’tadır. Arada tam 42 yıl ve 644 km. var.

Öncelikle Nene Hatun’un başındaki örtüyü Fransız üniformalı Ermeni’den korumaktan daha önemli işleri vardı. Çünkü o, Rus üniforması giymiş Ermenilerle uğraşıyordu. 8-9 Kasım 1877 gecesi Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye tabyasına girmiş, uyumakta olan Türk askerlerini öldürmüş, arkadan gelen Rus askerlerine hiç zahmet vermeden tabyayı teslim etmişlerdi. Neyse ki, baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir asker Erzurum halkına haberi yetiştirmiş, halk da silahı varsa silahını, yoksa kazma, kürek, balta, sopa, taş eline ne geçirdiyse onu kaparak, Tabya’ya koşmuştu. Erzurumlu Nene Hatun da o günlerde 20 yaşındaydı. Kocası cephedeydi. Kardeşi de cepheden ağır yaralı olarak dönmüş ve bir gün önce kollarında can vermişti. Küçücük bir oğlu, 3 aylık bir kızı vardı. Onlara bakacak kimse yoktu. Nene Hatun, çocuklarını evde Allah’a emanet edip, ölen kardeşinin silahını ve evdeki satırını kapıp, tabyaya koşmuştu.

Rus askerleri, önceden tabyaya yerleşmişti. Erzurumlular, gözlerini karartmış tabyaya koşuyordu. Açılan yaylım ateşi ile ön sırada koşanlar şehit oldular. Arkadakiler, korkup dağılmadılar. Daha da gözlerini karartıp, tabyaya saldırdılar. Demir kapıları kırıp, içeri girdiler. Ruslarla göğüs göğüse savaştılar. Baltalı, sopalı ama kararlı Erzurum halkı karşısında Rusların son model silahları bir işe yaramadı, yarım saatte pes ettiler. 1000 kadar Erzurum’lu şehit oldu ama Aziziye Tabya’sı 2300’e yakın Rus askerine mezar oldu.

Tabya geri alınmıştı, Nene Hatun yaralıydı. Tedavisi yapıldıktan sonra, kendi yarasını düşünmeden diğer yaralıların da tedavisinde çalıştı. Yetmedi düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar hep çalıştı. Cephane taşıdı, yemek pişirdi, su dağıttı. Başındaki örtüyü koruması gerekseydi de, bunun için ne Sütçü İmam’a ne de başkasına ihtiyacı olmazdı. Kendi işini, kendi görürdü.

Sütçü İmam’a gelince; tarih 31 Ekim 1919. Maraş, Fransız işgali altında. Ayrılıkçı Ermenilere bu sefer Fransız üniforması giydirilmiş. Fransız ordusunda yine Fransızlar tarafından silahlandırılmış on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşturulmuş. Bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyor, insanları rahatsız ediyorlar. Artık halkın canı burnuna gelmiş, her an patlamaya hazır bomba halinde. İşte böyle bir dönemde, o gün üç Fransız üniformalı Ermeni askeri hamamdan dönen iki kadının yolunu keser ve peçesini yırtar. Kadınlardan biri bayılır, diğeri bağırıp yardım ister. Kahvede oturmakta olan halktan kişiler olaya müdahale ederler. Ermeniler silaha sarılırlar. Çakmakçı Sait’i öldürüp, Gaffar Osman’ı yaralarlar.
Bu sırada Sütçü İmam, tabancasını kaptığı gibi dükkanından dışarı fırlar ve olay yerine gelir. Silahını Ermeni askerlerinin üzerine boşaltır. Bir tanesini yaralar. Yaralanan bu asker daha sonra götürüldüğü kışlasında ölür.

Görüldüğü üzere olay iki kadının peçesinden ibaret değildir. Ortada o güne kadar süre gelen sayısız tacizler vardır. Hamamdan dönen iki kadına sataşma vardır. Olaya müdahale eden halktan bir ölü, bir de yaralı vardır. Sütçü İmam’ın da tek derdi, kadınların peçesi değildir.
Bugün yaşıyor olsaydı, tertemiz adının kimlerin diline, hangi nedenlerle pelesenk olduğunu görünce kahrından ölürdü.

“Bize öğretilen bu…” diyor Nuray. İşte bütün sorun da bu ya! Okulda böyle bir şey öğretilmediğine göre, Nuray ve diğerlerine bunları kim ve nerede öğretiyor?

* * *

Ve geliyoruz, asrın görüşüne!

Ne diyor Nuray?

- “Halk o zaman İslami değerler için savaştı. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın başlaması da Kahramanmaraş’ta Fransız askerlerinin Nene Hatun’un başörtüsüne uzanması ile olmuştur.”

Kim uzanıyor baş örtüsüne?

Fransız askeri!

Ne diyor Nuray?


- “Sonuçta cepheye cephanelik taşıyan kadınlar, o zamanın insanlarını, o zamanın sosyolojik yapısını incelerseniz hep Müslüman insanlar. Ama daha sonrasında bir şapka devrimi yapılmış….”

Yapılmış da ne olmuş, insanlar Hıristiyan mı olmuş?

Ne diyor Nuray?

- “Yani İngilizler olsaydı, benim haklarım daha geniş olacaktı zaten, mesele bu yani.”

Mesele gerçekten de bu yani! Amaç, Müslümanlık falan değil, düpedüz İngiliz mandası. Müslüman Türkiye’de dinini yaşayamayan Nuray, Hıristiyan İngiltere’nin yönetiminde dinini yaşayacakmış!

Aslında bir Hintli bulup, dokunuverse, bin ah işitecek, İngiliz ‘sahiplerin’ Hintli atalarına neler yapmış olduklarını dinleyecek, belki aklı başına gelecek ama nerde onda o yürek!

Bunun büyükleri de İngiliz uçak gemilerindeki davetlere katılıp, “Sahip Elizabeth”e İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Ali Kemal’in torununu ve Sivas Kongresinde ‘İngiliz Mandası mı olsun Amerikan Mandası mı olsun’ diye tartışan bir kongre dolusu ufuksuz kişiye tam bağımsızlık kavramını anlatan Atatürk’e vurmak için özel yaşamından başka malzeme bulamayacak kadar çaresizleşen İpek Çalışlar’ı gururla takdim etmediler mi?

* * *

- “Benim fikirlerimi savunacak bir parti kurulamaz Türkiye’de, zaten bu yasak. Kaldı ki benim fikirlerimi herhangi bir parti savunmaya başladığı zaman, parti kapatılır. Dolayısı ila insanlar bu ülkede – insanlardan kastım insanların bir kısmı, Müslümanlar- haklarını elde etmek için gece gündüz çabalarlar. Ve birileri gelir o parlamentonun azıcık bir özgürlük tanımlamasına bile tahammül edemeyerek Atatürk adına, cumhuriyetçilik ya da demokrasi adına, ne adına olursa olsun özgürlüklerimizi elimizden alır. Dolayısı ile bizim bu sistemle barışık olmamızı bekleyemezsiniz.”

Özgürlük kavramı, sadece türban takıp önce üniversiteye, sonra da devlet dairelerine girebilmekten ibaret olan insanlara, “tam bağımsızlık” nasıl anlatılır ki?

Görüldüğü gibi AKP de SP de kesmiyor arkadaşı. Ona Humeyni gibi bir lider lazım. Yine açıkça ifade ediyor ki, bu ülkede Müslüman’dan saydığı, sadece türban mücadelesi verenler. Peki, türban mücadelesi vermeye gerek olmayan, şu hayranlık duydukları İslam lideri Humeyni’nin ülkesinde özgürlükler ne durumda?

* İran’da öyle hoşgörü, inanca saygı gibi süslü kavramlar mevcut değil. Bahai tarikatına mensup kişiler, eğitim göremiyorlar, kamu hizmetlerinden yararlanamıyorlar, hatta artık Bahai olduklarını bile açıklayamıyorlar çünkü bu gerçek öğrenildiği takdirde ne mal ne de can güvenlikleri var.


* İran’da insanlar polisle veya devletle asla tartışamıyorlar. Tartışanlar çok ağır şekilde cezalandırılıyorlar.

* İran Devlet Televizyonu haricinde bir televizyon kanalını seyredemiyorlar.

* Hükümete tepki göstermek, sesini duyurmak için miting, yürüyüş falan yapamıyorlar. Daha önce de belirtmiştim ama tekrarlamakta fayda var; Humeyni, hükümet üyeleri ve rejim hakkında olumsuz konuşmak, eleştiride bulunmak ölüm cezasına çarptırılmak için yeterli.

* Değil bunlar gibi ekranlara çıkıp Cumhuriyetin kurucusu, laik devlet, sistem, hükümet aleyhinde atıp tutmak; evlerinin dışında siyaset bile konuşamıyorlar.

* Yılda bir gün özel bir tören yapılıyor. Devlete bağlı olan banka, okul ve benzeri yerlerde görev yapan kişiler istesin istemesin bu törene katılmak ve rejim lehinde sloganlar atıp, gösteriler yapmak zorunda.

* İran nüfusu 70 milyon. İslami rejimden yana olan nüfus 2 milyon. Buna rağmen meclisin %80’ini mollalar oluşturuyor. Çok adil ve demokratik değil mi?

* * *

- “Ben tamamı ile özgür olduğum, hak ve hürriyetlerimin kısıtlanmadığı bir sistem istiyorum. Mesela siz nasıl ki başörtülü bir hakim hanımdan rahatsız olacağınızı söylüyorsunuz ben sizin mesela bu fikrinizin temelde Atatürk tarafından kurulan cumhuriyette bizlerin hep tehdit olarak sizlere sunulmasından kaynaklandığını düşünüyorum.”

Bu sistem için bir tehdit oluşturduğunuz, bir dayatma değil, tarihsel bir gerçek. Bu tehdit 85 yılla da sınırlı değil üstelik. Cumhuriyet kurulmadan önce, daha milli mücadele döneminde İngilizlerin ve Padişah’ın emrinde Milli Mücadele’ye engel olmak için iç isyanlar çıkaran siz.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Musul – Kerkük için mücadele verirken, İngilizlerle işbirliği yapıp ayaklanan yine siz. “O bir Kürt ayaklanmasıydı” demeye kalkmayın sakın. Ayaklananlar Kürt’tü evet, ama “Kürt devleti isteriz” diye değil “şeriat isteriz” diye bağırıyorlardı.

Şapka devrimini bahane edip, Menemen’de Kubilay’ın kafasını kör bıçakla kesen, yine siz. Arkanızda yine İngiliz.

Her seferinde de asıl mesele, şeriat değil, İngiliz mandası.

Türbanlı hakimden rahatsızlık duyuyor diye Fatih Altaylı’yı eleştiriyorsunuz. Türbanla hakimlik yapamadığınız için laik sistemi suçluyorsunuz. Peki, dini özgürlüklerin sonuna kadar yaşandığını sandığınız ve pek bir özendiğiniz İran’da kadınların başlarını açsalar da, kapatsalar da, sırf kadın oldukları için hakimlik yapamadıklarını bilmiyor musunuz yoksa biliyorsunuz da işinize gelmediği için şimdilik bilmezlikten mi geliyorsunuz?

* * *

- “Rejimden istediğin ne? Yani senin üniversiteye gitmen, kamusal alanda görev yapman dışında başka ne eksiğin var mesela?”

- “Bundan daha başka ne eksiği olabilir ki insanın?”


Ne mutlu işte size, tek eksiğiniz türbanınızla üniversiteye ve kamusal alana girebilmek. Keşke bizim de tek eksiğimiz, tek özlemimiz bu olsaydı. Humeyni’yi seviyor ve ülkesine imreniyorsunuz. Ben de imreniyorum ama benim imrendiğim konular sizinkinden çok farklı.

* İran halkı birbirine çok bağlı, kimse onları birbirine düşüremiyor, İran’ı içeriden ele geçiremiyor. İran’ı karıştırmak, bizdeki gibi bir parmak şaklatmaya bakmıyor.

* Bizdeki gibi teröristi af etmek için bin tane bahane bulmuyor, bölücülüğe kesinlikle izin vermiyor, hepsini öldürüyorlar.

* İran, kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesine izin vermiyor. Halk da buna çok önem veriyor. Humeyni bile devrimini buna borçlu.

* Kimse İran’a silah ve uçak satmıyor. Bu yüzden onlar da artık kendi silah ve uçaklarını yapıyorlar. Bizde olduğu gibi devlet, ikinci dünya savaşından kalma külüstür uçakları bedavaya aldığı için var olan uçak fabrikaları, kapanmak zorunda kalmıyor.

* Kendi petrolünü, doğal gazını kendi çıkarıyor. Bizim gibi petrol yasaları çıkarıp, topraklarında çıkartılan tüm petrolü yabancılara teslim etmiyor.

* Bizim gibi tarımını yabancılara ve tohumlarına muhtaç kılmıyor. Kendi tarımını kendi yapıyor.
* Bankaların tamamı devlete ait. Yabancıya banka satıldığını insanlar rüyalarında bile görmüyorlar.
* Eğitime ve diğer ülkeleri tanımaya çok önem veriyor, okullarda tüm ülkeleri ve tarihlerini ayrıntıları ile öğreniyorlar.

* Uyuşturucu trafiği orada da çok fazla ama en azından bizdeki gibi ortaokullara kadar inmemiş, daha üniversite aşamasında.

* Devlet eline geçen tüm para ile borç ödemiyor, yatırım yapıyor. Yatırım yaptıkça daha çok üretiyor.

* Hiç değilse ülkesine sahip çıkıyor.

* Kimseden korkmuyor, kendine sonuna kadar güveniyor.

* İnsan, onlardaki üretim gücü ve bilinci, birlik beraberlik, kararlılık ile bizdeki sosyal, siyasal ve dini alandaki özgürlüğün birleştiği bir ülkeyi hayal etmeden duramıyor.

Her şeye rağmen konuştuğum tüm İranlı hanımlar uyarıyor;

- “Bir ülkeyi yok etmek için insanlarını aç bırakmak gerekir. Böylece insanlar kendi derdine düşer, başka hiçbir şey ile ilgilenemez.”
- “Sizi birbirinize düşürmelerine asla izin vermeyin, yok olursunuz.”
- “Dini siyasete karıştırmalarına asla izin vermeyin, çok pişman olursunuz.”
- “İran’da özgürlük ve eğlence hayatı olmadığı için turizm de yok. Dikkatli olmazsanız siz de kaybedersiniz.”

İranlılar bugün mutlu değiller. Ancak iş işten geçmiş ve geri dönüşü yok. Bu konuda şimdilik yapabilecekleri bir şey olmadığından özgürlük sorununu ikinci plana atmış, var olabilmek için ilk sıraya ekonomik sorunları koymuşlar. Tüm dikkatlerini ve enerjilerini üretime vermişler.
“Biz geleceği göremedik, mollalara destek verdik. Bugün bir şansımız daha olsa, hele hele önümüzde İran gibi bir örnek olsa, aynı hataya asla düşmezdik.” diyorlar.

Dedikçe içimi yakıyorlar.

Ellerine bir megafon vermek geliyor içimden.

Söylediklerini, tüm Humeyni hayranları duysun istiyorum.

Özgürlük çığırtkanları duysun istiyorum.

Hoşgörü budalaları duysun istiyorum.

“Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” diyenler duysun istiyorum.

Satılık kalemler duysun istiyorum.

Otellerini ve davet salonlarını haremlik selamlık toplantılara açan turizmciler duysun istiyorum.

Ülkem artık kendine gelsin istiyorum.

Değer Erbora
degererbora@gmail.com

Konuyla ilgili video kaydı: http://www.thememriblog.org/turkey/blog_personal/en/7886.htm

3 yorum:

fahir dedi ki...

FATİH ALTAYLI HAKKINDA
ATATÜRK'E DÜŞMANCA DUYGULARLA DOLU OLAN KIZLARIN NE SÖYLİYECEKLERİNİ BİLMEK İÇİN KAHİN OLMAYA GEREK YOK. O KIZLARI FATİH ALTAYLI SEÇTİ VE AKP YADA FETHULLAHÇILARA DESTEKLE İLGİLİ GÖREVİNİ YERİNE GETİRDİ. YANİ SÖYLİYEMEDİKLERİNİ FATİH ALTAYLI KURNAZ BİR GAZETECİLİK MANTIĞIYLA KIZLARA SÖYLETTİ. FATİH ALTAYLI BUNU BİLEREK Mİ BİLMEYEREK Mİ YAPTI ONA SORMAK NEYİ DÜZELTİR Kİ. FAHİR SEMİR ABACI SEMİRFAHİR@HOTMAİL.COM

Unknown dedi ki...

Toplumun bir kısmını ötekileştirmek veya toplumu sahip olduğu özellikler üzerinden kategorize etmek veya kişlerden hareket ederek toplumun bir kısmına karşı diğer bir kısmında ÖN YARGILAR OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAK, B-Ö-L-Ü-C-Ü-L-Ü-K-T-Ü-R..
Nuray, hakkında bir destan yazmışsın neredeyse :)nuray kendine göre saçmalamış..!! Nuray dindar insanlarımı temsil ediyor ki..? Hiç bir temsil yetkisi olayan her hangi birisi..
Siz..?
Bir başka TV. kanalında mesela başı açık şık giyimli bir bayan çıksa "peygambere küfür etse, mesela deseki kurandaki bazı ayetler uydurmadır" dese.. O zaman "Bir Kemalist Atatürkçü, İSLAMA SÖVDÜ.. TUKAKA edelim KEMALİZMİDE, ATATÜRKÜDE..!!! " mi diyeceksiniz..???? isterseniz böyle tarif ettiğim gibi Dengesiz bir bayan bulup, bir başka TV. kanalından benzer bir provakasyon yapabilirsiniz... O zaman bütün KEMALISTLER veya ATATÜRK SEVENLER , İSLAM DÜŞMANIMI OLUYOR...???
bu bölücülük değilmi..?
Fatih Altaylı Programında BÖLÜCÜLÜK YAPMIŞTIR... Nuray bana göre Hatalı, yanlış fikirleri olan birisi.. Lakin bir şeyi temsil etmez.. sadece kendini temsil eder.. AMA F.Altaylının Programının MSJ.I FATİH ALTAYLIYI SUÇLU DURUMA DÜŞÜRÜYOR BENCE...
Nedir SUÇ:
TOPLUMU KATEGORİZE EDEREK , BİR KISMINI ÖTEKİLEŞTİRMEYE ÇALIŞMAK VE BÖLÜCÜLÜK..

PROGRAMDA GENELİNDE VERİLEN MSJ..

işte baş örtülü veya Türbanlı , üniversteli genç (Nuray)

Atatürk'ü sevmiyor..

Humeyniyi Seviyor..

iran sempatizanı...

_______
Demek isteniyorki.. Yaw gördünüzmü bak.. Başı örtülü ünvs. kapısından alınmayan KIZLAR BÖYLEE...
VURUN KAHPEYE..!!!
_____________
Sevgili Kardeşim :
Nuray Kimseyi BAĞLAMAZ..Sadece kendini temsil eder..
bu ülkede 70 Milyon insan yaşıyorsa 70 milyon farklı fikir vardır.. Başı örtülü hanımların içinde de ATATÜRK'ü sevenler çook varr.. Kimse Atatürk patentini cebine koymasın..
Başı açık hanımların içindede 5 vakit namazını kılanlar var...
mesele;
başı örtmek açmak meselesi değil..
Farkındamısınız...???
TOPLUMU KATEGORİZE EDİYORSUNUZ, breylerden hareket edip , TOPLUMUN BİR KISMINI DİĞER BİR KISMINA KARŞI, ÖTEKİLEŞTİRİP, suçluyorsunuz.. ?? SADECE KIYAFETİNDEN HAREKET EDEREKK, ONUN GİBİ GİYİNENLERİ YARGILIYORSUNUZ, ASIYORSUNUZ TV.EKRANLARINDAN, GAZETELERDEN VE INTERNET MEDYASINDAN...

BU BÖLÜCÜLÜK DEĞİLMİ...?
LÜTFEN HER TÜRLÜ BÖLÜCÜLÜKTEN KAÇINALIM... NURAY VE NURAY GİBİ DÜŞÜNENLERİ ŞİDDETLE KINIYORUM.... FATİH ALTAYLIYI DA KINIYORUM...

Unknown dedi ki...

anlatılanlara göre AĞRI ilinde ermeniler arazi satın almaya başlamışlar bile