7 Kasım 2007 Çarşamba

BU SEFER DE MEHMET ALTAN'A YANIT (EKİM 2007)

Aşağıda ilk olarak Mehmet Altan'ın II. Cumhuriyet ve Anayasa isimli makalesini ve daha sonra da benim kendisine yazdığım yanıtı bulabilirsiniz.



İkinci Cumhuriyet ve Anayasa - Mehmet ALTAN:

Şimdi tepiniyorlar:
- İkinci Cumhuriyet olmasın.

İkinci Cumhuriyet ne?
Cumhuriyetin demokratikleşmesi.

Tepinenlerin derdi ne?
Altı Ok’çu cumhuriyet.
İçinde halk egemenliğinin bulunmadığı, demokratik kuralların işlemediği, çoğulculuğun dışlandığı tek parti dönemi...

***

Soruyu şöyle de sormak mümkün:
- Demokrasi mi olsun, Kemalizm mi?

Bulanık suda avlanmak istediklerinden kavramları hep çarpıtıyorlar. Biz de o kavramları berraklaştırmaya uğraşıyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk buranın tarihsel bir lideridir, Kemalizm tek parti zihniyetidir, demokrasi ise halk egemenliği ve çoğulculuktur.

Kemalizm’de ‘demokrasi’ yok... Ama demokrasilerde ‘Kemalist görüşlere’ yer var. Ama onlar ‘illaki demokrasi olmasın’ diye tepiniyorlar.

Bu halk düşmanlığının sebebi ne?

Niye demokrasiye bu kadar karşısınız?

***

Sağlıklı bir ülkede, ‘Batı standartlarında gelişmiş bir hukuksal yapı, bunun güvencesi altındaki bir katılımcılık ve çoğulculuk bizim toplumsal sorunlarımızı çözer, bu nedenle cumhuriyeti tek parti özelliklerinden arındıralım, demokrasiyle taçlandıralım’ diyene zorlama manşet, ısmarlama yazıyla suni ve anlamsız bir muhalefet olur mu?

Üstelik bunlar güya modern...

Üstelik bunlar güya Batılı...

Ama ‘halk’ deyince, tüyler diken diken. Halkımızı beğenmiyorlar.

Ülkeyi yıllarca iç sömürge mantığıyla yönet...

Zenginleşmeyi ve özgürleşmeyi rafa kaldır...

AB standartlarından dört bin noktada geri bırak...

Ülkeni geriliğe ve çağdışılığa mahkum et...

Sonra da ‘ şarap içiyorum demek ki çağdaşım’ de.

Çağdaşlık mideden değil beyinden geçiyor. Ama bunu anlamak için galiba insanın beyninin midesinden büyük olması gerekiyor.

***

Türkiye Cumhuriyeti askeri bir cumhuriyettir... Cumhuriyetin temel mutabakatı ‘asker ve sivil bürokrasiye’ dayanır. 1982 Anayasa’sının dünyadaki gelişimin tersine ‘bireye karşı devleti koruması’ bu yüzdendir... 1913 yılındaki geçici olarak konan ‘memurin muhakemat’ yasasının bir türlü kaldırılmaması da bu yüzdendir... 27 nisan muhtırası da bu yüzdendir...

Temel korku şu: ‘Aman halk yönetimde söz sahibi olmasın.’

Ne olsun?

Birinci cumhuriyet olsun.

Ne olsun?

İçinde demokrasiyi barındırmayan Kemalist cumhuriyet olsun. Devlet eliti, halka ‘başöğretmenlik’ adı altında zorbalık eylesin.

***

Türkiye, bürokratik elitin başında boza pişirmesine bu kez çok güçlü ama aynı oranda bilinçli bir
şekilde ‘dur’ dedi. İlk defa ‘bürokratik elite’ öykünmeyen... Geldiği ortama sırt çevirmeyen... Olduğu gibi duran insanlar, ‘birinci cumhuriyetin halka yasak olan alanına’ girdi. Türkiye normalleşme ve demokratikleşme yolunda ciddi bir adım attı.

***

Bu kalıcı olacak mı?

Yeni anayasaya bağlı.

Halk egemenliğine dayalı...

Eski asker-sivil bürokrasi iktidarını tamamıyla ortadan kaldıran... Tek parti zihniyetine son veren... AB standartlarında temel hak ve özgürlükleri kalıcı hale getiren... Demokrasiden başka zihniyete imkan vermeyen bir anayasa olacak mı, olmayacak mı? Olabilirse... Bu, ‘İkinci Cumhuriyet’in... Ve gerçek demokrasinin başlangıcı sayılabilir.

***

Devleti oluşturan hukuksal yapıdaki ‘temel mutabakatın’ değişmesi... Bürokratik elit egemenliğinin yerine halk egemenliğinin konması... Cumhuriyetin kesinkes demokratikleşmesi... İkinci Cumhuriyet’e geçilmesi... Bu, Türkiye’nin büyük dönüşümünü sağlar.

Zengin ve özgür bir ülke olabiliriz. Hem iç... Hem de dış şartlar açısından böyle bir imkan var. Bir yandan AB sürecini hızlandırmak, öte yandan cumhuriyeti demokratikleştirmek mümkün.

Yeter ki halkın beyan ettiği iradeye uygun bir siyasal kararlılık olsun.

O zaman bu ülke mutlu olacak. Mutlu olmayacaklar da var tabii. Onlar da emekliliğin yalnızlığında şaraplarını içerken birkaç damla gözyaşı dökerler. Belki o yaşlar biraz temizler ruhlarını.

18.09.2007

Mehmet Altan'a Yanıtımdır:

Sayın Mehmet Altan,

Size bu yanıtı “İkinci Cumhuriyet ve Anayasa” başlıklı makalenizi okuduktan sonra yazmaya ihtiyaç duydum.

Duydum, çünkü ola ki biri çıkar, kazara yazdıklarınıza inanır, beyni bulanır maazallah!

Kavramları çarpıtmaktan söz etmişsiniz de; onları sizden iyi çarpıtmak mümkün mü Mehmet Bey?

Ama doğal tabii, kişi karşısındakini nasıl bilir? Kendi gibi. Değil mi?

Oysa ki, gerçekte suyu bulandıran da, o bulanık su da avlanan da sizlersiniz Mehmet Bey?

Bizler bunu çoktan fark ettik, siz daha edemediniz mi? Çok yazık.

* * *
Kim olursa olsun Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatabilmek için önce onu anlaması gerekir.

Görüyorum ki; siz bu konuda oldukça umutsuz durumdasınız.

Size güneşin balçıkla sıvanamayacağını anlatmadılar mı hiç?

Halkı kul olmaktan çıkarıp, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyen, ona seçme ve seçilme hakkını veren kimdi?

Sizin İkinci Cumhuriyetçiler mi?!

Hangi akıl, hangi mantık, hangi vicdan bu hakkı milletine tanıyan bir liderin ideolojisini, demokrasi kavramının karşısına oturtur ve onun zıt anlamı gibi göstermeye çalışabilir?

* * *

Tek parti, Atatürk’ün zihniyeti değildir.

Atatürk, defalarca ülkeyi iki partili sisteme geçirmeye teşebbüs etmiş ama her ne hikmetse, her defasında bu ikinci parti, Cumhuriyet karşıtlarının, hilafet yanlılarının yuvası olup çıkmıştır.

O karşıtlar, zamanında Cumhuriyet’in adını ağızlarına almıyorlardı.

Görüyorum ki, bugün biraz ilerleme kaydetmişler.

Ancak yine de, başına birinci, ikinci diye tanımlar koymadan “Cumhuriyet” diyemiyorlar.

Hadi onu da geçelim; şöyle açık açık, rahat rahat bir “Türkiye” bile diyemiyorlar.

“Bura” dediğiniz neresidir Mehmet Bey?

Bu ülkenin adı Türkiye’dir, rahatça söyleyebilirsiniz, korkmayın çarpılmazsınız!
* * *

Tek parti zihniyeti deyip duruyorsunuz ya, Allah gözünüzü doyursun!

1999 seçimlerine katılan parti sayısı yirmi, 2007 seçimlerine katılan parti sayısı ise on dörttü.

Üstelik bu son seçimde dünya kadar parti de katılmamayı tercih etti.

Hangi tek parti zihniyetinden söz ediyorsunuz?

Son seçimlerde her üç milyon seçmene bir parti düşüyordu, farkında mısınız?

* * *

Kısacası bizlerin demokrasi ile bir sorunu yok, üstelik demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışanlara yetecek kadar çok demokrasi var bu ülkede, merak etmeyin.

Zaten “daha çok demokrasi” diye tepinenlerin derdi de, demokrasi değil üniter devlet yapımız.

“Demokrasi halk egemenliği ve çoğulculuktur” diyorsunuz, çok doğru söylüyorsunuz.

Atatürk’ün halkına verdiği egemenlik, halk oyunu kullanabildiğine göre hala yerinde duruyor.

Son seçimlere 14 parti girdiğine göre parti sayısı açısından da bir çoğulculuk sorunumuz yok.

O zaman sorun nedir?

Sorun, toplumu oluşturan unsurların “çok”luğudur, mozaik anlamda çoğulculuktur.

Niye satır aralarına gizliyorsunuz ki?

Çekinmeden dile getirebilirsiniz, önüne gelen öyle yapıyor nasıl olsa.

Ancak şunu da aklınızdan çıkarmayın, o çok beğendiğiniz AB ülkelerinden Fransa’da yaşayan farklı etnik gurupların nüfusu ülkemizdekinden çok daha yüksek olduğu halde Fransa bugün bir mozaik değildir.

Biz ise, hiç değiliz!

Mozaik olmak için etnik gurup nüfusunun ülke nüfusunun en az %35’ini oluşturması gerekir ki, ne kadar uğraşırsanız uğraşın bu yüzdeye ulaşamıyorsunuz.

Bizler de tepiniyorsak, ‘illa ki demokrasi olmasın” diye değil, “hiç demokrasi kılıfının arkasına saklanmayın, ülkemizi böldürmeyiz” diye tepiniyoruz.

* * *

Hiç kimseyi “halkımızı beğenmiyorlar” diyerek kışkırtmaya da kalkmayın lütfen.

Bizim beğenmediğimiz halkımız değil, kendine aydın deyip, onların tertemiz beyinlerini zehirlemeye çalışanlar.

Bu böyle biline!

* * *

Bu ülkeyi yıllarca iç sömürge mantığı ile yönetenleri, zenginleşmeyi ve özgürleşmeyi rafa kaldırmakla, AB standartlarından dört bin noktada geri bırakmakla, ülkeyi geriliğe ve çağdışılığa mahkum etmekle suçluyorsunuz.

Görünüşte çok da haklısınız ama unuttuğunuz bir şey var.

O yöneticiler, bugün çok beğendiğiniz ve önümüzü açacağına inandığınız yöneticilerin hocaları değil miydi?

Demokrat Parti’den itibaren bu ülkenin başına hep gidenin öğrencisi gelmedi mi?

Asıl tek parti zihniyeti bu değil mi?

1938’den sonra, bu ülkede Kemalist bir yönetim olmadı ki, Kemalizm’e ve Kemalistlere yükleniyorsunuz.

Sayın Bekir Coşkun, bir zamanlar çok güzel özetlemişti bu ilişkiyi:

“Demirel Menderes’in su müdürüydü
Özal Demirel’in müsteşarı
Erbakan’ın da milletvekili adayı
Tansul Çiller Demirel’in,
Mesut Yılmaz Özal’ın bakanlarıydı.
Tayip Erdoğan Erbakan’ın yetiştirmesi…”

* * *
Ama sizin asıl derdiniz, ülkenin kötü yönetimi de değil zaten.

Bu, sadece perdeleme araçlarınızdan biri.

Sizin asıl derdiniz askerle?

Neden?

Çünkü üniter devletin koruyucusu.

Derdiniz Kemalizm ile.

Neden?

Çünkü tam bağımsızlığın ülkemizdeki simgesi.

Çünkü bir Kemalist’e AB mandasını asla kabul ettiremezsiniz.
* * *

Zengin ve özgür bir ülke olmak, sizce AB sürecinden mi geçiyor Mehmet Bey?

Bu süreçte Kürdistan, Ermenistan, Pontus vs diye diye toprakları dağıtır, nüfusu küçültür, fabrikalarımızı, şirketlerimizi, madenlerimizi, bankalarımızı, demiryollarımızı, limanlarımızı, varımızı, yoğumuzu satar refah içerisinde yaşarız değil mi?

Babanızın viski kadehini görmezden gelerek, elalemin şarap kadehini eleştirdiğinize göre, alkolle pek aranız yok.

Bu iyi, en azından AB mandasını savunurken, sarhoş olmadığınızı biliyoruz.

Ancak gördüğüm kadarı ile en az Kemalizm, demokrasi, çoğulculuk konularında olduğu kadar ülke refahı ve özgürlüğüne giden yollar konusunda da kafanız fena halde karışmış.

Üzülerek söylemek zorundayım ki; asıl sizin emeklilik vaktiniz gelmiş.

Belki köşenize çekilip, şerbetinizi yudumlarken, biraz düşünmeye zamanınız olur da, temizlersiniz beyninizi.

Değer Erbora
degererbora@gmail.com

2 yorum:

Unknown dedi ki...

KALEMİNİZE SAAĞLIK

Unknown dedi ki...

Değer Hanım,Vakit yazarı Abdurrahim Karakoç'a yazdığınız cevabi yazıyı okudum ve iki satır da olsa size teşekkür etmek istedim.Elinize ve yüreğinize sağlık.Sağlıcakla...