22 Kasım 2007 Perşembe

MUSTAFA ERDOĞAN'A YANITIMDIR (23 KASIM 2007)

Aşağıda önce Mustafa Erdoğan'ın ilgili makalesini ve sonra da benim kendisine vermiş olduğum yanıtı bulabilirsiniz.


AYRILMA HAKKI – MUSTAFA ERDOĞAN

Günümüzde kendi kaderini tayin hakkının bir gereği olarak, belli şartlar altında, halkların ayrılma hakkına sahip oldukları genellikle kabul edilmektedir. Bu demektir ki, ayrılmayı mutlak bir hak olarak gören düşünce azınlıktadır. Dolayısıyla, ayrılma hakkı genellikle baskıya karşı bir çare olarak görülmektedir. Bu görüşün arkasında, kendisini oluşturan unsurlara yeterince adil davranmayan bir devletin ülkesi üzerindeki ahlákî iddiasını kaybedeceği düşüncesi yatmaktadır. Dolayısıyla, ayrı bir kimliği olan herhangi bir grup, vatandaşı olduğu devletin katı ve sürekli haksızlıklarına maruz ise ve buna karşı kendisini etkin olarak koruyacak araçlardan yoksunsa, ancak o zaman ayrılma hakkına sahiptir. Öte yandan, kimi yazarlar istibdattan kaçmak için ayrılmanın zorunlu olduğu düşüncesine karşı çıkmaktadırlar. Çünkü, olara göre, ahlaki bakımdan, istibdat şu veya bu ulusal grup için değil fakat -baskıya maruz kalmayanlar da dahil olmak üzere- bütün bir toplum için bir problemdir. Ne var ki, teorik olarak doğru olan bu düşünce, uygulamada baskının munhasıran belli bir etnik-kültürel gruba yönelmesi ve geri kalan çoğunluğun buna sessiz kalması -hatta baskıyı desteklemesi- durumlarına uygun düşmemektedir. Bu gibi durumlarda söz konusu grup için ayrılmak tek yol olabilir. Buna karşılık ayrılmanın herhangi bir kayda bağlı olmayan, mutlak ve aslî bir hak olduğu görüşünde olan yazarlar da vardır. Bunlar bir kimlik grubunun, tabi olduğu devletin hiç bir haksızlığına uğramamış olsa bile, o devletten tek taraflı olarak ayrılma hakkına sahip olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü, devlet ancak varlığı yönetilenlerin rızasına dayandığı ölçüde meşrudur ve insanların kendi tercihlerinin eseri olan bir devlete sahip olmak istemeleri gayet doğaldır. Ludwig von Mises bir keresinde şöyle yazmıştı: ‘Kendi kaderini tayin hakkı bir devlete üyelik bakımından şu anlama gelir: Belirli bir bölgede yaşayanlar (...) halihazırda ait oldukları devlete birleşik olarak kalmayı artık istemediklerini belli edip de bağımsız bir devlet kurmayı veya başka bir devlete bağlanmayı her ne zaman isterlerse, onların arzusuna saygı duyulmalı ve ona uyulmalıdır. (...) Bununla beraber, hakkında konuştuğumuz kendi kaderini tayin hakkı ulusların değil fakat daha ziyade bağımsız bir idarî birim kuracak kadar büyük olan her bölgede yaşayanların bir hakkıdır. Eğer tek tek her kişiye kendi kaderini tayin hakkı vermek bir şekilde mümkün olsaydı, bunun yapılması gerekirdi.’ Murray Rothbard ise ayrılma hakkını, mevcut devletlerin çoğunun sahici anlamda rızaya dayanmadıkları ve halihazırdaki sınırlarının da adil olmadığı düşüncesine dayandırmaktadır. Ona göre, sınırları adil olmayan mevcut cebri ulus devletlerin, sınırları adil olacak şekilde rızaya dayanan sahici ulusal varlıklara dönüştürülmesi gerekir. Her grubun veya ulusal kimliğin egemenliği altında bulunduğu ulus-devletten ayrılmasına ve istediği herhangi bir başka ulus-devlete katılmasına izin verilmelidir. Bu, aynı zamanda, dünyayı daha adem-i merkezî hale getirecek olan yoldur. 19.11.2007

Mustafa Erdoğan'a yanıtımdır:

Sayın Mustafa Erdoğan,

19 Kasım 2007 tarihinde yayınlanmış olan “Ayrılma Hakkı” isimli makalenizi defalarca okuduktan sonra birkaç konuda yardımınıza ihtiyaç duydum. Bu yardımı benden esirgemeyeceğinize yürekten inanıyorum.

İlk olarak; bol miktarda üçüncü tekil ve çoğul şahıs kullanmış olduğunuz makalenizden, sizin yukarıdaki hangi guruba dahil olduğunuzu anlayabilmiş değilim. Beni bu konuda aydınlatırsanız müteşekkir kalırım.

İkinci olarak; bu makalede sizin düşüncenize rastlayamadım. Von Mises şunu demiş, Rothbart bunu söylemiş, bazı yazarlar şunu savunurlarmış; yani makalenin yazarınınki hariç, her görüş mevcut. Üzerine yazdığınıza göre, mutlaka bir fikriniz vardır değil mi? Bu konuda da merakımı giderirseniz çok sevinirim.

Son olarak; makalenizin amacı konusunda büyük bir boşlukta buldum kendimi. Görünürde yazı hiçbir yere varmıyor gibi. Tabii, eğer toplam 7 paragrafta tam 11 kez “ayrılmak”tan söz edişinizi saymazsak. Yanılıyorsam düzeltin lütfen, sanki bana kulakları ve beyinleri “ayrılık” kelimesine alıştırmaya çalışıyormuşsunuz gibi geldi. Yanıldığımı görmeyi gerçekten çok isterim.

Şimdi gelelim şu “kendi kaderini tayin hakkı” konusuna. Sadece günümüzde değil, bundan 88 yıl önce de kendi kaderini tayin hakkının bir gereği olarak, belli şartlar altında, halkların ayrılma hakkına sahip oldukları kabul edilmekteydi. Özellikle Arap ülkeleri bu haklarını kullanarak bizden ayrıldılar ve Türkiye Cumhuriyeti, Türkçe konuşulan topraklar üzerinde kuruldu.

Bütün bunlar olup biterken, makaleniz boyunca dilinizin altında gizli özne olarak tuttuğunuz Kürt halkı, Wilson kurallarında yer alan bu maddeyi Wilson’un da, diğerlerinin de ayağına dolaştırdı ve kendi kaderini Türklerle birlikte yaşamak üzere tayin etti.

O günlerde de tersi için çalışan bazı kendini ve halkını bilmezler vardı ama aklı başında ve vatanına bağlı Kürt halkının çoğunluğu karşısında başarısızlığa uğradılar. Çünkü o gün Ermeni zulmünü çok yakından tanımış olan Kürt halkı, bu kişilerin arkasındaki güçlerin, kendilerinin değil Ermenilerin dostu olduğunun çok iyi farkındaydı. Bu tuzağa düşmenin bağımsız Kürdistan’a değil, Büyük Ermenistan’a yarayacağının, Kürt’ün Türk’ten başka gerçek dostu olmadığının da ayırdındaydı.

Çok şükür ki; aklı başında olan, tarihini bilen Kürt halkının düşüncesinde bugün de bir değişiklik yok. Ancak ne yazık ki, hala kendini ve halkını bilmez bazı işbirlikçilerin faaliyetlerinde de bir değişiklik yok. Bu kişiler hakkında en çok merak ettiğim nokta; tarih bilgilerinin mi yoksa Kürt örgütü olduğunu iddia eden bir örgütün ölü ele geçen Ermeni militanları gibi gerçekte Kürt halkı ile ilişkilerinin mi olmadığıdır.

Ermeni zulmü gerçeği, ne zaman Türk zulmü yalanına dönüştürülmüştür?

Hangi amaçla eski düşman, dost; eski dost ise düşman gibi gösterilmeye çalışılmaktadır?

Yeni Dünya Düzeni’nin bugün yeryüzünde mevcut olan iki yüz devleti, kendi içlerindeki bölünmelerle ilk etapta bin devlete ulaştırmayı planlamakta ve bunu da o ülkelerde yaşamakta olan halkları birbirine düşürerek yapmakta olduğu artık sağır sultanın bile bildiği bir gerçektir. Sizin bu makaleniz de, kanımca buram buram “Yeni Dünya Düzeni” kokmaktadır.

Sizden son ricam, bu düzenin patronlarına bizden selam söylemeniz. Bu halk tarihte de bu oyuna gelmemiştir, bundan sonra da gelmeyecek. Bizler huzur, kardeşlik ve barış içerisinde, birlikte yaşamaya kararlıyız, işte o kadar!

Değer Erbora
degererbora@gmail.com

5 yorum:

Unknown dedi ki...

En çokda finaldeki kararlılığına bayıldım. "işte o kadar"

Evet ben de "işte o kadar" diyorum
ve seni öpüyorum.
Güneş Gürsel
Bodrum

Unknown dedi ki...

Erdoğan ailesine şunu da sormak isterim. Türkiyede ne baskı ve zulüm görmüşlerde 2 kardeşte bu akılda yol alıyorlar. Onların saltanatını kaç Türk yaşıyor Türkiye'de. İnsan nankör olunca demek böyle oluyor.Elinize dilinize sağlık

yasti dedi ki...

Elinize Sağlık, bu yazınızı kendisine ulaştırdınız mı ben bunu merak ettim?

Bizlerin kürt asıllı Türk vatandaşları ile hiç bir sorunumuz yok. Amaçları yeni dünya düzeninde bizden topra koparmak halkı birbirine suni bir şekilde düşürerek amaçlarına ulaşmak,

Unknown dedi ki...

Sevgili Deger Erbora,

senin gibiler var ve bunun icin biz 50 li yaslardakiler de pes etmeyecegiz.iyi ki varsin...var olacagiz zaten..
7 DEN 70 E TURKIYE....
Ataturk un attigi tohumlar bir bir yeserecek tukenmeden..

bunu ,ulkeyi peskes cekenlerin kalin kafalari anlamiyor ama YASAYARAK GORECEKLER...


Sevgi ve Saygilarimla
Mmukadder Arslantas

Unknown dedi ki...

Zor donemler geçirdiğimiz su donemlerde kendi deger yargıları konusunda dimdik duran Kaç kişi kaldı bilmiyorum.En azından birinin inancı yonunde net duruşuyla dimdik oldugunu görmek çok hoş...
selamlar,sevgiler