4 Kasım 2007 Pazar

DİZİLERLE İLGİLİ DÖNEN DOLAPLAR (2007)

DİZİLERLE İLGİLİ DÖNEN DOLAPLAR

Televizyon kanallarını işgal eden diziler, hepinizin malumu. Görünürde çok azı, gerçekte ise hemen hepsi siyasi.

Ortalık, ağalık düzenini hoş gösteren dizilerden geçilmiyor. Biri bitmeden bir yenisi başlıyor. Malumunuz.

Aile kurumunu zedeleyen Aliye, ahlaki değerlerden ödün vermeye yönlendiren Binbir Gece gibi diziler de malumunuz.

Az da olsa, yararını görebileceğimiz diziler de yok değil. Mesela Dede Korkut Hikayeleri. Bu dizide beni en etkileyen mesajı iletmeden geçemeyeceğim. Hikayelerin geçtiği dönem, Türkler’in Müslümanlığı yeni kabul ettiği yıllar. Daha Arap kültürünün etkisine girilmemiş. Avrupa sosyetesini taklit etmeye ise daha yüzyıllar var. Dizinin her bölümünde kız çocukların da erkek çocuklardan ayrı tutulmadan, dövüşmeyi ve kılıç kullanmayı öğrendiklerini görüyoruz. Türk kadını çoktan unutmuş ama bin bilmem kaç yıl önce obasına yapılan bir saldırı karşısında, erkeği ile omuz omuza verip, düşmana kılıç sallarmış. Bakın, daha neler yaparmış.

Yine “olay dizi” Binbir Gece’yi söve saya seyrettikten iki akşam sonra, başka bir kanalda Dede Korkut Hikayelerinden Salur Kazan’ın hikayesi, bana çok iyi geldi. Seyretmeyenler için konusu kısaca şöyle: Bir Türk obasının beyi olan Salur Kazan’ın bir gün savaşçı yiğitlerini alıp ava gideceği tutar. Giderken de oba halkını koruma sorumluluğunu, oğlu Uruz’a bırakır. Ne var ki, Şökli Melik’in casusları oba çıkışını gözetlemektedirler ve Salur Kazan’ın yiğitleri ile birlikte ava gittiğini görünce, müjdeli haberi Melik’e uçururlar. Salur Kazan ile yiğitlerinin yokluğunu fırsat bilen Şökli Melik, askerlerini obanın üzerine salar. Genç yiğitler ile oba kadınları kılıçla obalarını savunurlar ama sonunda yenilirler. Melik’in askerleri, Kazan’ın oğlu Uruz hariç, obadaki tüm erkekleri öldürürler; Uruz’la birlikte tüm kadınları da esir alırlar. Uruz’u bir kafese, kadınların tamamını başka bir kafese koyarlar. Şökli Melik, Salur Kazan’a daha fazla acı vermek için, karısı Burla Hatun’un kendine şarap servisi yapmasını ister. Eh, sonra olacaklar da su götürmeyecek kadar açık. Ama bir sorun vardır. Kimse Burla Hatun’un kadınlardan hangisi olduğunu bilmemektedir. Melik askerlerine emir verir, “hangisiyse getirin” diye. Ancak Melik’in hizmetkarı vicdan sahibidir. Burla Hatun’a haberi uçurur. Melik’in askerleri geldiğinde tüm kadınlar dayanışma gösterirler ve Burla Hatun’un kimliğini ele vermezler. Melik, bu işe çok kızar. “Kazan’ın oğlu Uruz’u çengele asın. Etinden et koparın. Kara kavurma yapıp kadınlara verin. Hangisi yerse anası değildir. Hangisi yemezse anasıdır” der. Vicdan sahibi hizmetkar, yine askerlerden önce yetişir kafese, Burla Hatun’u durumdan haberdar eder. Burla Hatun yıkılır, ne yapacağını bilemez, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Sonunda oğluna sormaya karar verir. Sormasıyla, oğlunun hışmına uğraması bir olur. Oğlu der ki; “Sen ne diyorsun ana? Bırak beni çengele assınlar, etimden et koparıp, kavurma yapıp, önünüze atsınlar. Herkes bir yerse, sen beş ye. Yeter ki, anam olduğunu anlamasınlar, sana el sürmesinler”

Buyurun bakalım, neymişiz, ne olmuşuz. Türkler “insan eti mi yiyormuş?” tarzı sorular tarafımdan cevaplanmayacaktır. Bunu soranlar, bal gibi de ne demek istediğimi anlamışlardır.

Bir tarafta Binbir Gece, diğer tarafta Salur Kazan. Abartı ise, ikisi de abartılı. İkisinde de oğlu için çırpınan bir anne ve acılar içinde ölecek oğul var. Ama Salur Kazan hikayesi, diğer hikayenin tersine anneyi Melik’in koynuna sokmuyor, seyirciyi de buna anlayış göstermesi için yönlendirmeye kalkmıyor.

Gelelim diğer dizilerde dönen dolaplara. Daha önceki yazılarımı okuyanlar, Hacı ve Kırık Kanatlar dizileri ile ilgili duygularımı bilirler. Ama ilerleyen bölümler ile birlikte değişen düşüncelerimi bilmezler.

“Hacı”, ilk başından beri kökten dinci örgütleri konu alıyordu ancak ilk bölümlerinde türban konusuna yaklaşımı ve Türk askerini ön yargılı göstermeye çalışması ile tepkimi çekmişti. Ama ilerleyen bölümlerde bir şeyler, hatta çok şeyler değişti. Dizi bu saplantılarını bir tarafa bırakıp, kökten dinci örgütlerin nasıl tehditle para topladığını anlatmaya başlayınca, birden bire sona erdi. Üstelik ne son bölüm olduğu ne de daha sonra devam edeceği ilan edildi. Dizinin bu ani bitişinin hiç sözü edilmedi. Aniden yok oluverdi.

Kırık Kanatlar ise ilk önceleri Kemalist çizgideymiş gibi rol yapıyor ancak içinde bir sürü sinsi ayrıntı bulunduruyordu. Sonra bir gün gerçekten ve tamamen Kemalist çizgiye döndü. Sanırsınız yönetmeni değil, senaristi değişti. Takip edemedim ama belki de “sponsor”u değişti. Neyse, her ne değişti ise, Mustafa Kemal aleyhtarlarının İngiliz efendileri ile birlik olup sahte şeyhleri ve bazı toprak ağalarını kullanarak nasıl dolaplar çevirdiğini, yeni kurulmuş olan Cumhuriyetin güven yitirmesi için nasıl çalışıldığını, Atatürk’e düzenlenen sayısız suikastın nasıl asker tarafından engellendiğini anlatmaya başladı. İnanılmaz bir değişim yaşanıyordu ki; yine bir anda bitti. Oysa, daha çözüme bağlanmamış bir sürü olay vardı. Üstelik hilafetin kaldırılması, bunu takip eden devrimler, hatta Ata’ya 1926 suikast girişimi gibi daha hikaye edilebilecek onlarca önemli olay varken, bir anda sona eriverdi. İlginç!

Ve tabii son olarak Kurtlar Vadisi! Önceki dizi çok tartışıldı. Ben her zaman diziyi savunan taraftaydım. Öyleydim çünkü bu diziyi hiçbir zaman bir mafya dizisi olarak seyretmedim. Dizi gerçekte neyi anlatıyordu? Ortalıkta mafya veya mafya babası olarak gördüğümüz ve çapulcu olarak nitelendirdiğimiz insanların gerçekte baba maba olmadığını, bu adamların başında saygın bildiğimiz işadamlarının bulunduğu, hatta bu “saygın” işadamlarının da gerçek baba olmadığını, asıl babaların yabancı olduğunu anlatıyordu. Söz konusu para olduğunda, bu adamların Kuzey Irak’ta değil Türk savaş uçağı, Türk kuşu bile uçurmamıza engel olacak uçak savarların bölgeye satışında baş rolü oynarken, gözlerini bile kırpmadıklarını anlatıyordu. Bazı işadamlarımızın Büyük Ortadoğu Proje’sinin gerçekleşmesi için kimler tarafından görevlendirildiğini anlatıyordu. O maskeli adamların kim olduğunu merak edenleri “İlluminati” ile tanıştırıyordu.

Ha! Bu arada, bazı kendini Polat Alemdar ya da Memati sanan çocuklar birbirini doğruyormuş, dizi çocukların ruh sağlığı açısından zararlıymış. Bence üzerinde tartışılır. Bu dizi daha ortada yokken o liseli çocuklar yine birbirlerini doğruyorlardı. Bağdat Caddesi çetelerini unuttuk mu? Dizilerden korkup yasaklatmaya çalışacağımıza “saldım çayıra, mevlam kayıra” zihniyetinden kurtulup, çocuklarımıza sevgi ve ilgi göstersek, onları eğitmeye özen göstersek daha yararlı olmaz mı?

Ve merak ediyorum, şu sadece tek bölüm oynamayı başarabilen “Kurtlar Vadisi Terör” kimi niye rahatsız eder? Doğuda 90’lı yıllarda gerçekleşen karakol baskınlarını, PKK’nın keyfine göre mühendis, öğretmen, asker temizliğini gözler önüne sermesi mi? PKK’nın gelir kaynağı uyuşturucu ticaretinin okul önlerine kadar serbestçe yayılmış olduğunu göstermesi mi? PKK’nın ayrı, Kürt’ün ayrı olduğunu anlatması mı? Kardeşin kardeşe düşman edilmeye çalışılmasının tehlikesinden söz etmesi mi? Örgüt elebaşlarının kimlerle ne çeşit pazarlıklar içerisinde olduğuna değinmesi mi? Kızı terör örgütü tarafından kandırılmış olan annenin içler acısı hali mi? Yoksa bölüm sonunda Polat Alemdar’ın kafasına dayanan silahın devletin değil de terörist kızın elinde oluşu mu? Ne de olsa barışçılık kisvesi altına bürünebilmek için çok emek ve para harcadılar bugüne kadar. Böyle bir dizi yüzünden tüm bu uğraşlar bir anda çöpe giderse yazık olmaz mı?!

Saygı ve sevgilerimle,

Değer Erbora
degererbora@gmail.com

Hiç yorum yok: