4 Kasım 2007 Pazar

CUMHURİYETİMİZİ GERÇEKTEN KORUMAK İSTİYORSAK (MAYIS 2006)

CUMHURİYETİMİZİ GERÇEKTEN KORUMAK İSTİYORSAK

Yıl 1984. İstanbul Üniversitesinde öğrenciyim. Ankara’dan gelmişim. Vezneciler Kız Yurdunda kalacağım ancak önce kaydımı yaptırmam lazım. Bana yurdun yerini tarif ettiler ancak tarifte mi hata vardı yoksa bende mi bilinmez, kendimi biranda Beyazıt’ın ara sokaklarında buldum. Kaybolmuştum.

Sora sora Bağdat bulunurmuş ama ben kimseye yol da soramıyordum. Dehşet içindeydim. Kadınlar kara çarşaflıydı. Erkekler ise takkeli, tespihli ve ters bakışlı. “Neredeyim ben?” diye soruyordum kendime. O güne kadar çarşaflı bir kadını sadece tarih kitaplarında görmüştüm. Ankara’da böyle giyinen insanlar yoktu.

Üzerimde bir kot, bir gömlek etrafa bakına bakına dolaşıyordum sokaklarda. Ters bakışlı, takkeli ve tespihli adamlar dik dik bakıyorlardı. Belli ki gerek kıyafetimle gerekse yabancılığımla rahatsızlık vermiştim.

Bense en az onlar kadar rahatsızdım, üstelik yalnızdım ve korkuyordum. Etrafıma bakamıyordum ama bakışları üzerimde hissedebiliyordum, “Bu da nereden çıktı?” dediklerini duyuyordum. “Allahım” dedim, “Beni sağ salim çıkar şuradan, başka bir şey istemiyorum.” Kan ter içinde kaldım, oldukça da uğraştım ama sonunda yolumu buldum.

Derken okul başladı. Başlarını o güne kadar hiç görmediğim şekilde bağlayan, yaz günü pardösü ile dolaşan kız öğrenciler vardı okulda. Çok yadırgadım. “Bunlar kim, niye böyle giyiniyorlar?” dedim “Boş ver, onlar öyle” dediler. “O kafalarındaki ne?” dedim. “Türban” dediler. İşte türban ile ilk tanışmam da böyle olmuştu. Çünkü kiminizin bildiği, kiminizin de tahmin edeceği gibi, o günlerde Ankara’da türban takan da yoktu ve ben bu garip kıyafet ve baş bağlama stili ile ilk defa karşılaşıyordum. Sonra öğrendim ki hata benim değilmiş. Zaten bu moda çok yeniymiş. Böyle giyinen insanlar yeni yeni türemiş.

Yurtta yılbaşları kutlanırdı. Herkes kantinde eğlenirken bu kızlarımız, etüt odasında toplanıp oturmayı tercih ederlerdi. Kimi de günler çuvala girmiş gibi tam o gece çamaşır yıkardı. Sanırım o geceye özel bir önem vermediklerini ispata çalışıyorlardı. Ama kime ve neden? Orasını bilemem.

Türban takanlar ve takmayanlar hiçbir zaman bir araya gelemedik. Ama o günlerde bütün olan, bizdik. Onlar değişik kıyafetlere bürünerek, bütünden ayrılmayı tercih ediyorlardı. Bugün ayrımcılık yapmakla suçlanmaya çalışılıyor olabiliriz ancak, farklılaşarak bütünden ayrılan onlardı. Bu durumda ayrılıkçılar da onlardı. Peki bu gün ne değişti de ayrılıkçı olan bizler olduk, hala anlayabilmiş değilim.

Şimdi yalan olmasın, tam yılını hatırlayamıyorum; ya 1985 ya da 1986. Aylardan Ramazan ayı. Bunlara “Okula türbanla gelemezsiniz” denmiş. Kıyamet kopuyor. Her gün üniversitenin önünde oturuyor, açlık grevi yapıyorlar. Ancak dikkatinizi çekerim, aylardan RAMAZAN. İftara yarım saat kala üniversitenin önünde kimsecikler kalmıyor nedense. Herhalde okul saati bitti, gösteri yapacak adam kalmadı diye olsa gerek!

Oruç, pardon grev saatleri içinde önlerinden geçerseniz eğer, başınızı bağlamadığınız ve kot pantolon giydiğiniz için arkanızdan edilen küfürleri net olarak duyabiliyordunuz. Benim bildiğim küfür, orucu bozar ama yine hata bende olacak, ben bunu o “gerçek” Müslümanlardan daha iyi bilecek değilim ya.

Bu sözlerime yürekten inanan dindarlar alınmasınlar lütfen, çünkü sözüm onlara değil, dini araç olarak kullananlara, hoşgörü bekleyip aynı hoşgörüyü göstermeyenlere, mevcut özgürlüğü yok etmek için özgürlük isteyenlere, laik bir Türkiye’den rahatsız olanlara.

O günden bu güne 20 yıl geçti. Bu yirmi yıl içinde nice olaylar, nice tartışmalar, nice faili meçhuller oldu. O gün azınlıkta kalanlar bugün hükümeti bile ele geçirdiler.

Evet, parti liderleri birbirlerini yerlerken, bunlar aradan sıyrıldılar.

Evet, laik seçmen sandık başına gitmedi. Kızdı gitmedi, üşendi gitmedi ama sonuçta gitmedi ve meclisteki çoğu sandalyeyi böylece bunlara hediye etti.

Ya tepki göstermesini bilmediklerinden, ya tartışmasını bilmediklerinden ya da örgütlenmesini bilmediklerinden bu tarz insanların kendilerini mazlum göstermesine, sempati toplamasına neden ve destek oldular. İşte başımızdalar. Bunun sorumlusu kim? Yukarıda saydıklarım değil mi?

Bütün bunlardan ders alındı mı? Haşa!

Bir taraftan hükümetin, bir taraftan laiklerin asılıp çekiştirdikleri türban, en sonunda orta yerinden yırtıldı, olan bu defa Danıştay 2. daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’e oldu. Kendine “Allah’ın askeri” diyen biri, elini kolunu sallaya sallaya Danıştay toplantısına girdi ve 4 kişiyi yaralayıp, Mustafa Yücel Özbilgin’in de canına kıydı.

Bugün bizler için merhum Özbilgin şehit, ama emin olun sayısı hiç yabana atılamayacak bir kesim için de Alparslan Aslan “GAZİ”.

Dudakları “Meczup” diyor belki ama ya yürekleri?!

Bu akşam ATV’nin ana haber bültenindeki görüntüler içler acısıydı. Ne hissedeceğimi bilemedim. Cenaze töreninde vatandaşlar avluya sığmamış taşmışlardı, yaklaşık 10 bin kişi Anıtkabir’e akmıştı. Bu görüntüler çok güzel, duygulu hatta halkın artık tepki gösteriyor olması açısından umut vericiydi. Gözlerimiz doldu. Göz yaşlarımızı birbirimize belli etmemeye çalışarak akıtıyorduk ki; bir de baktık annem boğulurcasına ağlıyor. “Bu ülke bu hale mi gelecekti? Yazıktır ya! Ayıptır ya!” diyor, yine ağlıyordu. Anlaşılan ortadan kopan sadece türban değildi, annemin sinirleri de orta yerinden kopuvermişti.

Tüm bunlar olup biterken, ATV bombaları arka arkaya patlatıyordu. Sloganlar atılıyor, cenazeye geliş ve gidişlerinde bakanlara oldukça zor anlar yaşatılıyordu. Hak etmediler mi, sonuna kadar ettiler. Ancak tepki göstermesini bilmeyen, gösterdi mi de dozunu ayarlamasını beceremeyen, haklıyken haksız konuma düşmekte ustalaşan laiklerimiz bilsinler ki, ekranda verdikleri görüntüleri ile, cenazeden çevik kuvvette görevli polislerin arasında çıkmak zorunda kalan bakanların puan hanelerine mazlum duruma düşürüldüklerinden dolayı bir artı puan daha yazdırdılar.

Herkes Erdoğan’ın neden cenazeye gelmek yerine Antalya’da olduğunu soruyordu. Adam, akıllı adam. Antalya’da partililerinin alkışları arasında dimdik dolaşmak varken cenazeye katılıp da bakanları gibi halktan laf mı işitsin? Bakanları orada mazlum durumuna düşüp puanları toplarken, o da yaptırdığı yollar nedeniyle Antalya’da övgüleri topluyordu.

Her şey bir yana; beni asıl çileden çıkaran, haberin sonundaki görüntülerdi. Kendine “laik” diyen üç beş tane çaçaron, türbanlı bir kadını yakalamışlar, verip veriştiriyorlar. Kadın diyor “Ben sizi destekliyorum, onun için buradayım.” Diğerleri diyorlar ki; “Destekliyorsan çıkar o zaman başındakini!” Türbanlı kadın hangisine cevap vereceğini şaşırmış durumda, her biri ayrı tondan cıyak cıyak bağırıyor ve “Başındakini çıkar!” diyor. Kadın sonunda çekiyor türbanı çıkarıyor, bunlar da “Bravo” diyor alkışlıyorlar, kadının boynuna sarılıp öpüyorlar. Kadını kahraman, başındakini de kahraman kadının sembolü yaptıklarını fark etmiyorlar bile.

Lütfen hanımlar, rica ediyorum. Eğer böyle ne yaptığınızı bilmeden davranacaksanız, tepki falan göstermeyin, oturun evinizde. En azından yeni yeni kahramanlar yaratıp, zarar vermemiş olursunuz. Merak ediyorum; akşam eve gidip de kendinizi ekranda seyrettiğinizde, halinizle gurur mu duydunuz yoksa benim gibi acı mı duydunuz?

Lütfen önce kendinizi, sonra fikrinizi ifade etmesini öğrenin, ondan sonra tepkinizi gösterin.

Ayrıca rica edeceğim Atatürk’ü de artık rahat bırakın. Anıtkabir bir mezar, sloganlar atacağınız miting meydanı değil. On binler olarak orayı doldurmanız çok güzel, çok duygulandırıcı, ama lütfen birazcık da Ata’ya saygı. O, elinden geleni fazlası ile yaptı; vatanı kurtardı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu ve bize emanet etti. Korumayı beceremiyorsak o bizim sorunumuz. Bu sorunu biz çözeceğiz, Atatürk de artık huzur içinde yatacak.

Lütfen ağlamayı, kavgayı bırakalım, çözüm yoluna bakalım. Atatürk, her şeyi yazmış, söylemiş, bize gideceğimiz yolu göstermiş. Ne dediğine kulak verelim, söylediklerini işimize geldiği gibi çekiştirmeyelim, bir an önce onun yoluna geri dönelim. Bizleri tahrik etmeye çalışanları bilelim, tanıyalım, tuzaklarına düşmeyelim. Baksanıza saldırı için seçilen tarih bile ne kadar anlamlı.

“Türkiye laiktir, laik kalacak” sözünün sloganda kalmaması için sakin ve mantıklı kalalım ve önümüzdeki seçimde hiç eksiksiz sandık başında olalım.

Saygı ve sevgilerimle,

Değer Erbora
degererbora@gmail.com
(Mayıs 2006)

Hiç yorum yok: