4 Kasım 2007 Pazar

ÇOK ÖZÜR DİLERİM (2006)

ÇOK ÖZÜR DİLERİM

Biraz önce Necip Hablemitoğlu’nun bir makalesini okuyordum. Yarbay Reşat Bey’den söz ediyordu. Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte alamadığı için intihar edişini, belki bininci kez okurken, bir anda sinirlerim iflas etti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Neye yarar ki ağlamak? Ama ağlıyorum işte, yıllar yılı ilgisiz kalışıma, derin bir uykuda oluşuma, bir ömür süren duyarsızlığıma, aptallığıma ağlıyorum. Bu günleri görebilmemizi hatta var olabilmemizi sağlayan, bunun için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış olan, kanını, canını gözünü kırpmadan verebilmiş olan o yüce insanlara karşı duyduğum utançtan ağlıyorum. Hepsinden, bu vatan uğruna çırpınmış herkesten özür diliyorum.

Marshall Yardımları karşılığında sanayileşen Türkiye’nin yok oluşunu başlattıklarında, Atatürk Türkiyesi’nin fabrikalarını kapanmak zorunda bıraktıklarında, o uğursuz petrol anlaşmasını imzaladıklarında daha dünyada yoktum, bilmiyordum. 1971 darbesinde daha 5 yaşındaydım, dünyadan habersizdim. 1980 darbesine kadar geçen süreçte kendine sağcı ve solcu diyen bir sürü kandırılmış insan birbirini yiyordu. Benim sokakta oynama hakkımı, ağabeyimin okuma hakkını elinden alıyordu. 12 Eylül 1980 günü daha da kızgındım, arkadaşlarımla randevum vardı; bu sokağa çıkma yasağı da neyin nesiydi şimdi? Evet, okulda Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Sevr ve Lozan anlaşmalarını okuyorduk ama bir sürü tarih ve maddeden ibaretti, içinde ruh yoktu. Sınav biter, ezber bilgiler gider, arkadaşlar köşedeki “cafe”de beni bekler.

Derken üniversite günleri. ASALA diplomatlarımızı teker teker öldürüyormuş, ardından bir PKK belası hasıl olmuş, Özal, Amerika’nın adamıymış, özelleştirmeymiş, federasyonmuş, başkanlık sistemiymiş… ne gam… ne tasa?!
“Okey’e dördüncü arıyoruz arkadaşlar, oynamak isteyen var mı?”

Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, adı Alican Değer. Şimdi Show TV’nin genel yayın yönetmeni ve haber müdürü. Çok okurdu, çok araştırırdı ve bana şöyle sorardı: “Ne zaman paranı giysi almak yerine kitap almaya harcayacaksın?” ve sonra eklerdi “Senin okuduğun her iki kitap için sana bir giysiyi ben alacağım. Ne olur, yeter ki oku.” Onun elindeki kitaba bakar ve siyaset tarihi ile ilgili olduğunu görünce “Ya bunlar ders kitabı, okul haricinde zevk için okunmaz ki” derdim. “Boş ver sen, ben kendi giysimi kendim alırım.” Sabrı sınırsızdı, yine de beni akıllandırmak için uğraşmaktan hiç vaz geçmedi. O zamanlar başaramadı ama geç de olsa istediği gerçekleşti. Bilse mutlu olurdu belki. Sırası gelmişken ondan da özür diliyorum.

Okumadım, araştırmadım, tartışmadım, ilgilenmedim, çünkü ben uslu bir öğrenciydim. İyi öğrenciler ve vatandaşlar kitap okumazlar, siyasetle ilgilenmezler, ortalığı sağ – sol diye karıştırmazlardı. Oysa ben düzenin öğrencisiydim. O zaman bilemedim, yeni yeni görüyorum ve çok özür diliyorum.

Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok öldürüldüğünde, yeni mezun olarak girdiğim firmada kendimi göstereceğim diye gece gündüz çalışıyordum, ruhum bile duymadı. Uğur Mumcu öldürüldüğünde bir yandan yeni bir şehirdeki yaşama, bir yandan da yeni bir iş yerine alışıyor ve yine var gücümle çalışıyordum. Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde, ekonomik kriz yüzünden 6 ay işsizlikten sonra bulmuş olduğum işe dört elle sarılmış, hala gece gündüz çalışıyordum. Gerçek şu ki, ekonomik şartlar çok ağırdı, çok çalışmak gerekiyordu ama sanırım bu konuda ölçüyü de biraz fazla kaçırmış, artık bir işkolik olup çıkmıştım.

Necip Hablemitoğlu’nu aldıklarında ise işsiz kaldığım dönemde yaptığım kredi kartı borçlarımın faiz ödemeleri ile boğuşuyordum. Artık çalışmak da çare olmuyordu, çünkü asgari ödemeler durduğu yerde çığ gibi büyüyor, artık aldığım maaş bunları ödemeye yetmiyordu. Ayrıca o güne kadar bu insanların tek bir yazısını bile okumamıştım, ne değerli insanlar, ne büyük kayıplar olduğunun farkında bile değildim. İşin aslı dünyanın farkında değildim. Ben, sadece ayakta kalmaya çalışıyordum. Bugün bunları görmekten büyük utanç ve üzüntü duyuyorum ve hepsinden çok özür diliyorum.

Gümrük Birliği Anlaşması imzalanırken, Tahkim Yasaları çıkarken; ben, hep kendi derdimle meşguldüm.

Ama artık okuyorum, gözlerim ağrıyıncaya, görüşüm bulanıklaşıncaya kadar okuyorum. Bu güne kadar görmediğim, kaçırdığım her şeyi öğrenmeye çalışıyorum. Gerçi ben bunu çoktan hak ettim ama o insanları sağlıklarında okuyamamış, tanıyamamış olduğum için bugün çok büyük eksiklik duyuyor ve acı çekiyorum. Beni bağışlarlar mı bilmiyorum ama gerçekten çok özür diliyorum.

Ve Atatürk… Kendimi bildim bileli ben, onu hep sevdim. Önceleri ne yaptığını, ne dediğini, neye karşı savaştığını bilmeden, sırf vatanı kurtarmış olduğu, bize bu günleri sağlamış olduğu için sevdim. Sonra ne dediğine kulak verince, ne yaptığını inceleyince, onu gerçekten anlamaya ve tanımaya başlayınca tüm varlığımla sevmeye başladım. Gerçekte savaştığı düşmanın Yunanlılar değil de, emperyalizm olduğunu, hatta emperyalizmin ne olduğunu ve bu gerçek düşmanın yıllardır bizi nasıl yutmaya çalıştığını öğrendiğimde, duyduğum dehşeti ifade etmemin olanağı yok.

Ben ona hiç layık olamadığımı son birkaç yıldır anlıyor ve çok utanıyorum. Atam beni bağışlar mı bilmiyorum, hatta hiç sanmıyorum ama ondan da çok özür diliyorum. Kara Fatma’dan, Reşat Çiğiltepe’den, hepsinden, milyonlarca şehit ve gazimizden binlerce kere özür diliyor ve hatalarımı telafi etmek için elimden gelen her şeyi yapacağıma, ayrıca bugün “geçmişteki ben”e benzeyenlerin gözlerini açmak için ölümüne çalışacağıma söz veriyorum. Sözleri vermiş olmak için değil, tutmak için veriyorum.

Dilerim çok geç kalmamışımdır.

Değer Erbora
degererbora@gmail.com

Hiç yorum yok: