7 Kasım 2007 Çarşamba

NEDEN? (25 MAYIS 2006)

NEDEN?!

Bu akşam yine “Kırık Kanatlar” seyrettim. Midem bulanıyor. Çok fena midem bulanıyor.

Şimdi diyeceksiniz ki; “Sen fena taktın bu diziye. Başka işin gücün yok mu?” Var; var olmasına var da, acaba bu hafta ne mikropluk yapacaklar diye her Çarşamba oturup, görev yapar gibi bu diziyi seyrediyorum. Belki de en sadık seyircisi benim.

Haklısınız, fena hale taktım bu diziye ama takılmayacak gibi de değil ki. Diziyi seyretmeyenler için kısa bir özet sunayım, sonra da derdimi anlatmaya geçeyim.

Ülkede saltanat kaldırılmış ve Lozan görüşmeleri devam etmekte olduğuna göre, dizi şu aralar 1923’ün ilk yarısında geçiyor olmalı. Daha Tevhid – i Tedrisat (öğrenim birliği) kanununa nereden baksanız 1 yıl var. Kasabanın medrese hocası eli sopalı, aksi, fesat, yobaz bir ihtiyar. Sadece erkek öğrenciler okula gidebiliyor, onlar da her gün bir araba sopa yiyor. Dizimizin bayan kahramanı Nazlı, bu hocadan kaçan öğrencilere ders vermeyi kendine görev ediniyor ve bir çeşit açık hava okulu kuruyor. Burada çocuklara okuma yazma öğretiyor, Atatürk’ü ve Milli Mücadeleyi anlatıyor. Ancak medrese hocası bu durumu hiç hazmedemiyor ve gidip valiliğe şikayet ediyor. Nazlı’nın yaptığı ne kadar iyi niyetli bir davranış olursa olsun, o günlerde yasalara aykırı. Dolayısı ile mahkemeye çıkıyor ve 2 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Hakim bu cezayı verirken “Vicdanım rahat değil ama kanun böyle” diyor.

Neyse efendim, Nazlı hapse giriyor. Bu arada kuzeni ve bir arkadaşı onu hapisten çıkartabilmek için Ankara’ya gidip, Eğitim Bakanlığına zorla da olsa seslerini duyuruyorlar. Ve bir gün kasabaya son derece havalı bir adam geliyor, herkes şaşırıyor kim bu yabancı diye. Şöför, “Buyrun Rıza Tevfik Bey” diyor ve bölüm orada bitiyor.

Derken bu geceki bölüme geliyoruz. Bu havalı yabancı. Ankara Mebusu Rıza Tevfik Beymiş! Nazlı’yı hapisten çıkartmak için bizzat gelmiş. Kasaba halkına bir konuşma yapıyor. Kabada ikinci bir okul açılacağını ve Nazlı’nın da bu okula öğretmen atandığını ilan ediyor. Son derece aydın, düzgün, olgun ve coşkulu bir mebus. Kasabada sıcacık coşkulu bir hava estiriyor.

Şimdi dönüyorum, dolaşıyorum, düşünüyorum, araştırıyorum o dönemde Rıza Tevfik diye bir mebus yok. Dönemin Milli Eğitim Bakanı deseniz Dr. Rıza Nur. O da başka bir hikaye ya, neyse şimdi konumuz o değil. Nereye gelmek istediğimi çoktan tahmin ettiniz herhalde.

Benim bildiğim sadece bir Rıza Tevfik Bey var, o da 150’lik Rıza Tevfik!

1918 yılında Tevfik Paşa hükümetinde Milli Eğitim Bakanı olan Hürriyet ve İtilafçı Rıza Tevfik!

Sevr anlaşmasını imzalayıp, imza attığı kalemi de Amerikan Kolejine hediye eden Rıza Tevfik!

Falih Rıfkı Atay’ın anılarında “Bir gün köprüye doğru gidiyordum. Bir otomobil durdu, içinden gülerek, seslenerek Rıza Tevfik indi, karşı kaldırımda bir İngiliz yüzbaşısına doğru yürüdü. Bir şeyler anlattığı zaman, yüzbaşı soğuktu bile... Bir Osmanlı nazırı için bir İngiliz yüzbaşısından iltifat görmek… O, şimdi, daha bir yıl önce Şam sokaklarında bir Suriyeli eşrafın bir Osmanlı kumandanı ile selamlaşabilmesi kadar, göstermeğe ve gösterişe değen bir hadise idi. “ diyerek anlattığı Rıza Tevfik!

Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’de anlattığı gibi Darülfünun’da verdiği konferansta Fuzuli’nin Türk değil Acem olduğu konusunda öğrencilerle tartışmaya giren, gerilen ortam içinde bir öğrencinin “Sen Türk değil misin?” diye haykırması üzerine “Değilim, Türklükten çoktan istifa ettim. Türk’ün kılıcından başka övünecek nesi vardı? O da bitti. Hala İstanbul’da oturabiliyorsanız, bunu büyük devletlerin size değil, İslam alemine duyduğu saygıya borçlusunuz” dedikten sonra öğrencilerden gördüğü susmasını isteyen şiddetli tepki üzerine “Bana bakın, İngilizler burada oldukça, kimse beni susturamaz, istediğimi söylerim. Bana bir halt edemezsiniz” diyen ve “defol” haykırışları içerisinde yüzlerce öğrencinin fırlattığı fesleri kafasına yiyen Rıza Tevfik!

Gerçi dizideki mebusun ne yaşı ne de fiziği Rıza Tevfik’e uyuyor ama ya ismi ve bu ismin eğitimle ilgili oluşu?

Şimdi sorsanız hikaye yazarına diyecektir ki, o dizideki hayali bir kahraman. Ama midem çok fena bulanıyor.

Konu eğitim ile ilgili; Rıza Tevfik de bir eğitimci.

Mebus Eğitim Bakanlığına yapılan şikayet üzerine geliyor ve Rıza Tevfik de 1918’de İstanbul Hükümetinde maarif nazırı.

Koskoca Türkiye’de isim mi kalmadı da bu karakterin adı Rıza Tevfik konuyor? Neden Rıza Tevfik?

Hikaye yazarı, dönemleri mi karıştırmış?

Ya da Rıza Tevfik’in kim olduğunu mu bilmiyor?

Yoksa doğru dürüst tarih bilgisi olmayan, Rıza Tevfik’in adını bir yerlerde duyduysa bile, kim olduğu hakkında en ufak bilgisi olmayan bir kesimin beyninde, “Rıza Tevfik iyi adamdı” düşüncesi mi oluşturulmak isteniyor?

Veya bir Rıza Tevfik daha var da, ben mi bilmiyorum?

Ya da artık paranoyaya doğru koşar adım mı gidiyorum?

Başım çatlayacak gibi ağrıyor ama yine de cevabı bulamıyorum. Doğru cevap hangisi?

Ne olur bilen varsa söylesin, neden Rıza Tevfik?

NEDEN?!


Değer Erbora
degererbora@gmail.com

Hiç yorum yok: